IĞDIR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Tarihçe

IĞDIR ŞEHRİ’NİN ADI
”İyilik, yiğitlik, ululuk, büyüklük, bahadırlık” anlamında olan Iğdır kelimesi, Türk Oğuz Boyunun, 24 ana boyundan biridir . Aynı zamanda Oğuz Han’ın altı oğlundan en küçüğü olan Deniz Han’ın, dört oğlundan en büyüğüdür. Iğdır ve kabilesi, Azerbaycan ve Aras bölgesinde yerleşmiştir .

Karakoyunluların da mensup olduğu bu boyun ilk başbuğu İğdir Bey’dir. Anadolu ve Azerbaycan da “Iğdir” şeklinde söylenir. Asıl söylenişi ”İgdir”dir. Yöre ahalisi de “İydir” olarak telaffuz eder.

Iğdır ve çevresi, en geç M.Ö. 4000 bin yıldan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı ve tarih boyunca birçok kavimlerin medeniyet ve kültürlerine ev sahipliği yaptığı bilinmektedir.
Araştırmalar, bölgede ilk yerleşimin, paleolitik ve mezolitik devirlerden beri olduğunu göstermektedir . Bununla birlikte Iğdır ovasında bulunan küçük taş aletlerle çakmak taşından yapılmış aletler Yontma Taş Devri’nin bu bölgede de yaşandığına tanıklık etmektedir . Ayrıca, yörede neolitik devrin M.Ö. 4000 yıllarına kadar sürdüğü kabul edilmektedir .

1943 yılında yapılan araştırmalarda Aralık İlçesi’ nde, Iğdır Merkez Yaycı Köyü ve Karakoyunlu ilçesi, Gökçeli Köyü’ nde, höyükler tespit edilmiştir . Aynı zamanda Revan (Erivan) Bölgesi’nde yapılan araştırmalarda da neolitik devre ait çeşitli belgeler bulunmuştur . Ancak yörede bugüne kadar henüz bir kazı yapılmadığından bölgede yerleşim tarihinin başlangıcını tam olarak tespit etmek için gerekli bilgiler ortaya konamamıştır.

Yörenin sahip olduğu elverişli iklim, toprak, su ve sulama şartları yanında, Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen kavimlerin geçiş yolları üzerinde bulunmasından dolayı, bölge için Neolitik devrin başlangıç tarihinin, Anadolu ve Mezopotamya için kabul edilen M.Ö. 6-7 bin yıllarına kadar uzanacağı tahmin edilebilir.

Yörenin ilk yerleşik kavimi M.Ö. 4000 yıllarında Orta Asya’dan gelip Azerbaycan ile Doğu Anadolu bölgesine yerleştikleri tahmin edilen Hurriler’dir . Asyalılar ismiyle toplanan bu kavimler, Ön Asya ve Mısır’a göçmeden önce madenleri ve yazıyı keşfetmişlerdi . Subaru’larla aynı topluluk olan Hurri’ler M.Ö. 3. bin yılda Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinde Aras boylarına kadar ve Van Gölü civarında yaşıyorlardı . Hurri’ler kuzeyde Aras boyları, Sahat Çukuru (Iğdır; Revan Ovası) ile Zağros Dağları’ndan, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz’e kadar yayılmışlardı .

Hurri’ler (Subarular) sonraki çağlarda Asya’da Sabar veya Sabir Türkleri olarak anılmışlardır. Hurri boylarının, M.Ö.1300 tarihinden sonra bölgenin Hitit devletinin egemenliğine girmesiyle, bir kısmının Asurlularla kaynaştığını, bir kısmının da Van Gölü çevreleriyle Murat, Karasu ve Aras Irmakları’nın boylarında küçük beylikler halinde yaşamaya devam etmişlerdir . Birçok tarihi kaynakta Hurri’ lerin Türklerle aynı kültürden geldikleri iddiaları vardır.

Hurriler, Asur ve Hattilerin saldırıları sonucu siyasi birliğini kaybederek Hatti Krallığı’nın egemenliği altına girmişler, M.Ö. 1200 yıllarında da Hatti Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Hattilerin yıkılmasından sonra Doğu Anadolu’da birçok beyliğin ortaya çıktığı görülür. Bu beyliklerden biri de Van Gölü Bölgesinden, Fırat Nehri’ne kadar olan yüksek yaylalarda ortaya çıkan Urartulardır. Yukarı Ülke anlamına gelen Samici(Ur-Artu) kelimesinin Akadlılar’dan Asurlular’a geçtiği ve Tevrat’ta bu devlete(Ararat) memleketlerine de Ararat ülkesi denildiği anlaşılmaktadır
Asurlular I.Salmanasar zamanından beri Van Gölü kuzeyindeki yüksek dağlık bölgelere Urartu diyorlardı. Urartu Devleti’nin oluşumunda başkentleri Van Gölü’nün kuzey kesimindeki (Arzaşkun)şehri idi. Iğdır Bölgesi, Kral Menua(810–785) zamanında Urartu devletine bağlanmıştır . Ağrı Dağı ile Aras Irmağı arasında varlığını sürdürmekte olan Erikuakhi Krallığı, Kral Menua tarafından fethedilerek Tuşpa Van merkeze bağlamıştır. Aras Irmağı boylarında şehir hayatının Urartulardan önce başladığını, Karakoyunlu İlçesi’ yle Taşburun Nahiyesi arasında Çolegert dolaylarında Bulakbaşı ve Kazancı Köyleri’nde Kral Menua adına yazılmış Urartu kitabelerindeki şehir adlarından anlıyoruz .

Urartu Devleti’nin İmparatorluğa dönüşmesi ve en parlak devrine ulaşması Kral Menua zamanında gerçekleşmiş, uzun denilecek bir zaman bölgenin en güçlü devleti olmuştur . Fakat Kafkaslardan gelen atlı-göçebe bir kavim olan Kimmerler, Urartu’ya tabi beylikleri vurarak Aras boylarına kadar inmişlerdi. 713 yılında Asur ordularına karşı savaşan Urartu ordusu, aynı zamanda kuzeyden gelen Kimmer akıncılarına karşıda, Aras boylarında da mücadele vermekteydi.

Kimmer akını ile arkasından gelen kollarının sıkıştırmasıyla bütün Kür ve Aşağı Aras boyları tamimiyle Urartuların elinden çıkmış oldu. III. Sarduri’nin oğlu III. Rusa ile(610–585) Urartu Devleti sona ermiştir.
Iğdır, Kars, Ardahan illeri ve çevrelerinde Urartular’a bağlı olarak yedi tane yerel krallık bulunuyordu. Bunlardan Erixuaki Krallığı Ağrı Dağı kuzey yamaçları ile Aras Nehri arasında, bugünkü Karakoyunlu ilçesi kara kireler denilen mevki Taşburun, Bulakbaşı, Aktaş köyleri ile Melekli Beldesi’nin doğusunda yer alan Kasımın Tığı denilen mevkide yer alıyordu. Bu bölgeler birer yolla Ağrı Dağı kuzey yamacı 2200 metre yükseklikte kurulu bulunan Korhan (Eski Iğdır)’a bağlanıyordu. Bu Krallığın sınırları içerisinde olan diğer kale ve yerleşimlerin bir kısmı ise Ermenistan’ın başkenti Erivan’ın güney bölgesinde Aras Nehri’ nin kuzeyinde yer almaktadır . Bu krallık Kral Menua (810–785) tarafından feth edilerek Tuşpa (Van) merkeze bağlanmıştır. Karakoyunlu ve Taşburun arasında Çolagert mevkiinde bulunan iki yazıtta Kral Menua kendisinin Tanrı Xaldi’nin yardımıyla Erkuaxi ülkesine girip buraları feth ettiği buranın merkezi Luxiuni şehrini alıp burada Xaldi adına bir Babu (Mihrap) ve bir Ekallu (Hisarlı Saray) yaptırdığını bildirmektedir . Yine Karakoyunlu’nun Bulakbaşı Köyü’nde bulunan başka bir kitabesinde Tanrı Xaldi için bir tapınak ile saray yaptırdığı ve kurulan yeni şehre Menua-xini denildiği anlatılmaktadır. Menua’nın oğlu I.Argişti’nin Iğdır’ın Kazancı Köyü’nde bulunan bir kitabesinde burada bir tapınak yapıldığına işaret ediliyor. Menuanın Yazıtlarında Erikuakhi memleketindeki hâkim sülalenin (Erikua) veya (İrikua) adını taşıdığı, Urartu dilinde (Exi/Xi) sözünün (oğlu/hanedanı) anlamına geldiği anlaşılıyor.

Iğdır ve çevresinde yerleşik hayatın Urartular gelmeden önce başladığı Iğdır’da var olduğu sanılan Luxiuni şehrinden anlaşılmaktadır. Sonradan buralara yerleşen Sakalar, hatta Arsaklılar’la gelen Oğuzlar gibi daha çok atlı-göçebe hayatı yaşayan Türkler çağında eski şehir hayatının canlanmadığı anlaşılmaktadır. Saka boyları ve oymaklarının kurduğu küçük Arsaklı Devleti zamanında Oğuz Hanları, eski bir şehir olan Armavir’i kışlak, Arpaçay’ın Aras Irmağı’yla birleştiği yer dolayındaki Ağcakale’yi yaylak merkezi olarak kullanmışlardır.

M.Ö. 650 yılında bütün kudret ve güçlerini kaybeden Kimmerler M.Ö. 633 yılında Medler’in saldırısına uğrayarak dağıldılar. Bu tarihlerden sonra kuzeydoğu anadolu, Azerbaycan, Aras boyları ve Iğdır Bölgesi’ nde kalanlar siyasi bir güç olmaktan çıkarak bölge ahalisi olarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Türk olan Kimmerler, Bulgar Türklerinin de ceddi olarak kabul edilmektedir.

Kimmerleri Kafkasların güneyine kaçırtan Sakalar; Güneybatı Asya’da Hazar Denizi’nin doğu kısmında, Aral Gölü, Fergana ve Kaşgar’a kadar olan bir alanda yaşıyorlardı. Atlı göçebe ve fatih bir kavim olan Saka (İskitler) ların büyük kısmının Türk soyundan geldiği bilinmektedir. Atlı-göçebe ve yaylak-kışlak hayatı yaşayan Sakalar Kafkaslardan çıkıp Anadolu’ ya geldiklerinde Urartular zamanından beri görülen Aras Boylarındaki küçük yerli krallıkları ortadan kaldırıp; Gence, Karabağ, Ağrı Dağı etrafı (Iğdır Ovası ve Doğu Beyazıt) Orta Aras Havzası ve Gökçe Göl çevrelerine yerleştiler. Bingöl’ den Nahçivan’ a kadar uzanan Aras Boyunun Pasinler ve Revan Ovasının halk arasında söylenen (Sahat Çukuru) gibi yer adlarının tamamı bu bölgede yerleşmiş olan Sakalardan kalmadır.

Saka Hükümdarı Alp-Er Tonga (Meduva-Afrasyab)’ın İranlıların hilesi ile öldürülmesi bütün Türkler arasında büyük bir üzüntü ve yasa yol açmıştır. Beklenmedik bir şekilde Hükümdar ve beylerini kaybeden Sakalar, Med’lerin planlı ve sürekli saldırıları sonucu dağıldılar ve bulundukları yerlerden çekilerek Anadolu’nun doğu ve kuzeydoğu bölgelerine dağılarak boylar halinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Sakalar’ın dağılması sonucu Med’ler İran’ın doğusundan Güney Azerbaycan ile Iğdır ve çevresini de kapsayan Doğu Anadolu’nun bir bölümüne kadar hâkimiyetlerini yaymışlardır. Kısa bir süre bölgeye hâkim olan Med’ler M.Ö.550 yılında, Pers Kralı II. Kurus’a mağlup olup hâkimiyetleri sona ermiştir. Bu tarihten sora Med’ler Persler’ e bağlı olarak yaşamışlardır.

M.Ö.550 yılında Med hâkimiyetinin ortadan kalkmasıyla Azerbaycan ile birlikte Iğdır ve çevresi de Pers hâkimiyetine girmiştir. Bölge Büyük İskender’in Asya seferine kadar Pers hâkimiyetinde kalmış ve Büyük İskender’in Pers Kralı III. Daryus’u mağlup etmesinden sonra bölgenin yönetimini İran toprakları ile birlikte Selevekoslu sülalesine verilmiştir. Büyük İskender’in M.Ö. 323 yılında ölümünden sonra Selevekoslu sülalesi bağımsızlığını ilan ederek Selevekoslu Krallığını kurdular.Selevekoslu’lar M.Ö. yılında Romalılara yenilince parçalanıp dağılmışlardır.

Selevekoslular’ın parçalanmasından sonra Armavir’in Selevekoslu bölge valisi Artaksiyas Romalılara bağlılığını bildirerek merkezi Armavir olan Artaksiyas Krallığını ilan etti..
Romalılar M.Ö. 34 yılında Antonyus kumandasında bir ordu ile Artaksiyas ülkesini işgal ederek Kral Artavast’ı esir aldılar.

Din ve inanış bakımından komşularının etkisi altında kalan Artaksiyaslılar, Sakalar’dan Şamanlığı, İranlılar’dan da Zerduşt-Mazdaizim dinini almışlardı. Artaksiyaslı Devletinde halk karışık etnik bir yapıya sahipti. Bölgenin en eski ahalisi Hurriler, Urartular, özellikle Sakalar, Med’ler ve Oğuzlardan oluşan bir nüfus yapısına sahipti. Genellikle atlı-göçebe olan bu kavimler beraberce Artaksiyaslı Devletinin temelini oluştururlardı.

Artaksiyaslılar’ın sanatında Türk etkileri açıkca görülmektedir. At takımları keçeden, çadırları yünden yapılmış, ince kumaşları ile Türk sanat özelliklerini yaşatmışlardır. Altından Tanrı heykelleri, gümüşten vazolar yapmışlardır. Binalarını genellikle sarp kayaların çevirdiği yüksek korunaklı tepeler üzerine inşa ederlerdi.

Daha sonra bölgenin hâkimiyetini Türk soyundan gelen Arsaklıların ele geçirdiği görülmektedir. Sasaniler devrine kadar 336 yıl daha devam eden Arsaklıların bu hâkimiyetleri Romalılar’ ın Türk ülkelerine yayılmasına set çekmiştir. Arsaklı Devleti’ nin hâkimiyetine Sasaniler son vermiştir.

İranlılar ile Bizanslılar’ın uzun süren savaşları iki devleti de zayıflattığı gibi Anadolu’ yu viraneye çevirmiş ve bu bölgede yaşayan insan nüfusunu da azaltmıştır. Özellikle 629 yılında baş gösteren büyük bir veba salgını birçok yeri tamamen ıssızlaştırmıştı.

Müslüman orduları Habip Bin Müsleme ve Selman Bin Rabia komutasında iki koldan bölgeye girmiş, bunlardan Selman Azerbaycan’a Habip kolu da Ararat eyaletine doğru ilerleyerek Doğu Beyazıt Ovası’ ndan Aras yolunu takiple Erzurum’u zaptederek büyük bir Bizans ordusunu mağlup etmiştir.. Van ve Ahlat’ı da aldıktan sonra ilerleyen Müslüman ordusu 6 Ekim 642 tarihinde Küçük Arsaklıların Eski başkenti Divin’ i de işgal ettiler. 646 yılında halifenin gönderdiği 2000 takviye güçle ilerleme emri alan Habip ordusu Şüregel Bölgesi’ ne hakim olup, bütün Ararat Eyaleti’ ni ele geçirdikten sonra, Nahçivan Bölgesi’ ni de aldı. Buraları Cizye’ye bağlayıp Kür Boylarına geçerek merkezi Tiflis olan Kazarların elindeki Gürcistan Eyaleti’ ni de işgal etti. Arapların bu ilerlemeleri karşısında barış isteyen Bizanslılar, Araplar ile 3 yıllık bir anlaşma yaptılar. Anlaşma müddeti 653 yılında bitince II. Konstantin 100.000 kişilik bir ordu ile Erzurum, Kars üzerinden Divin’ e gelerek bölgeyi tekrar ele geçirdi.

Emeviler zamanında Hazar Türkleri Doğu Anadolu’dan Azerbaycan’ a kadar ilerlemiş olan Arapları yaptıkları kuvvetli akınlar ile güneye kadar sürerek Sürmeli Çukuru ve bölgesi ile Doğu Anadolu’ ya hâkim olmuşlardır. Emevi saltanatına son veren Ebu Müslimi Horasani’ye bölgede yaşan Hazar Türklerinin büyük desteği olmuştur.

Araplar, Sürmeli Çukuru Bölgesi’ ne geldiği zaman bölge halkı kuzey Türklerinin (Sabir, Hazar, Bulgar, Boroç Oğlu) şiveleri ile konuşuyorlardı. Yer adlarının da büyük ölçüde eskiden buralara hâkim olan Hazarlar, Sabirler ve diğer Türk kavimlerinden kaldığı görülmektedir.

Araplardan sonra uzun bir süre Bizans toprağı olan Sahat çukuru ( Iğdır ve havalisi ) Selçuklular’ ın eline geçti. Bu bölgede yaşayan Türkler Hırıstiyan, Arap, Bizans ve Fars kültürleri arasında bunalmış durumda idiler. Büyük çoğunlu oluşturan Türkler altı asra yakın bir süre bu baskın kültür sahibi güçlerin arasında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Selçuklular’ ın gelişi ile bu Türk varlığı yeniden canlanmış, İslam dinini kabul ederek yeni gelen Türk kavimleri ile kaynaşmıştır. Ancak bir kısmı Hıristiyan dininde kalmaya devam etmiştir. Bunlar genellikle Kıpçak Türkleridir.
Kıpçakların önemli bir kesimi Hıristiyan dinine bağlı olarak yaşamaktadırlar.

Okullarda, tarih kitaplarında hatta bütün resmi tören ve konuşmalarda, Anadolu’nun 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türk ülkesi olduğu yazılıyor anlatılıyor, söyleniyor ve bunların doğru olduğu sanılıyor. Oysa önemli tarih destanlarımızdan olan Dede Korkut Oğuznameleri’nde Aras, Kür, Çoruk gibi ırmak adları olmak üzere birçok su, dağ, şehir, kasaba ve bölge adlarının Selçukluların fethinden çok önceleri bölgede yaşayan Türklerden ve Türkçe etnik adlardan kaldığı bilinmektedir .

Yine Selçuklular’ın 1071 Malazgirt Zaferinden önce, 1064 yılında Sürmeli Çukuru’ ndan Ani’ye kadar olan bölgeyi feth ettikleri Selçuklular’ın resmi tarihi olan “Ahbar Üd-Devlet İs-Selçukiyye”de ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır .

Selçuklular, Çağrı Bey komutasında bölgede önemli sayılabilecek keşif hareketleri yapmış ve bölgede bulunan Bizans kuvvetleri üzerine seri akınlarda bulunmuşlardır.5–6 yıl bölgede mücadele eden Çağrı Bey daha sonra Horasana geri dönmüştür. Selçukluların Çağrı Bey vasıtası ile yaptıkları bu seferler Türkmen Oymakları’nın bu bölgelere olan göçünü hızlandırmıştır. Böylece Türkler bu dönemde yerleşmek için cazip hale gelen Sürmeli Çukuru bölgesine kitleler halinde gelerek yerleşmeğe başlamışlardır. Selçuklular ile başlayan bu düzenli ve planlı göç harekatı sayesinde Türkmenler Anadolu’ya iskân edilmiş ve Orta Asya’daki Türk Devletlerinin siyasi ve kültürel mirası bu vesile ile Anadolu’ya taşınmıştır.

Alparslan içeride işlerini yoluna koyar koymaz 1064 yılında ilk Rum seferine çıkarak Nahçivan civarından teknelerden yapılan bir köprüden Aras’ı geçerek burada ordusunu ikiye böldü. Kendisi bugünkü Ermenistan üzerinden hareket edip, buraları feth edip ilerlerken diğer kolun başında oğlu Melik Şah bulunuyordu. 35 yaşında olan Alparslan Hazar Ülkeleri üzerine yürürken Selçuklu ordusunun bir kısmının başında bulunan oğlu 13 yaşındaki velihat namzedi Melik Şah’ta baş vezir Nizamül Mülk ile birlikte Sürmeli Çukurunun fethine girişiyordu. 1064 yılı baharında Selçukluların Bizanslıların elinden ilk feth ettikleri yer Ağrı Dağı ile Aras arasındaki Sürmeli Çukuru ve merkezi (Sur-Mari) Sürmeli Iğdır Karakalesidir. Bu kalenin dâhil edilmesiyle, Melik Şah’ın Babası Alparslan ile birlikte Iğdır, Ardahan ve Kars İli bölgelerinde feth ettikleri kale sayısı 8 dir. Bunlar sırası ile 1-Iğdır Korganı 2-Sürmeli, Sürmari/Iğdır Karakalesi 3-Kulp (Tuzluca) 4-Ağca Kala/Digordaki Mireni Karabağ 5-Çıldır Ağca Kalesi 6-Çıldır Albız Kalesi 7-Ani Şehri ve Kars’tır.

Sürmeli Çukuru’ ndaki üç kalenin fethini Kırzıoğlu, Selçukluların resmi tarihi olan Ahbar Üt-Devlet İs-Selçukiiye den şöyle nakletmektedir: “Şehzade Melikşah ordusu Ani Vilayeti’ nde Aras’ ın sağında Rumların elinde bulunan bir kaleye (Iğdır) hücum ederken ok yağmuruna tutulup çok zaiyat verdi. Bunun üzerine Nizamül Mülk ile Horasan amidi attan inip yaya oldular. Melikşah okla bu kalenin beyini boynundan vurunca koruyucular bozuldu. Kâfirler taşla müdafa ettiler; nihayet yüksek bir tepeye (Ağrı Dağı) doğru gittiler. Kaçtılar dağların tepelerine doğru tırmanıp çıktılar, İslam askeri galip gelerek kaledekilerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Bunu müteakip Melikşah Sürmari denilen kaleye gitti. Bu kalede akarsular (Aras’tan alınan sular ) ve bostanlar vardı. Bunu feth etti.

Bunun yakının da bir kale (Kulp/Tuzluca) daha vardı. Melikşah bunu da feth edip sonra harap etmek istedi ise de Nizamül Mülk “Müslümanlar için bulunmaz bir kale sağlam bir üss ve huduttur” (Kağızman Deresi’ ne hâkim Bizans sınırındadır.) diyerek onu bundan men etti. Nizamül Mülk Müslümanlar için iyi bir üs olan kaleye bir takım bahadırlar yerleştirdi sonra Melik Şah (Sürmeli Çukuru) dan çıkıp Şeddadlıların elindeki Divin Revan ovası Elegez batısı yolu ile Arpaçayı yukarısındaki Meryem Nişin denilen şehire gitti. Sultan Alparslan ve oğlu Melik Şah’ın 1064 yılında batıya yaptığı ve Ani şehrinin fethi ile sonuçlanan bu ilk seferi 7 ay sürmüştür.

Alparslan’ın ölümü üzerine vasiyeti gereği yerine büyük oğlu Melik Şah(1072–1092) Selçuklu tahtına geçti. Alparslan’ın ölümün fırsat bilen Bizans ve Gürcistan Bagratlıları Kür ve Çoruk boyları ile Kars, Ardahan ve Iğdır bölgesinde yeniden hâkimiyet kurmak istemeleri üzerine Melik Şah 1080 yılında Selçuklu başbuğlarından Emir Ahmet komutasında bir ordu ile hareket ederek buraları Bizans-Gürcü kuvvetlerinden kurtarmıştır. Sultan Melik Şah’ın 19 Kasım 1092 yılında ölmesi üzerine oğulları arasında taht kavgaları baş göstermiştir. Daha Melik Şah zamanında Kutalmış oğlu Süleyman Şah 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devletini kurmuş ve Anadolu da kurulan bu Selçuklu Devleti Anadolu birliğini sağlayarak Erzurum, Kars, Ardahan ve Iğdır bölgelerine de hakim olup buraları son merkezleri (Başkent ) Konya ya bağlamışlardır.

1131 yılından sonra Bitlis ve Erzen Emirleri Dilmaç Oğullarından olan ve merkezi Ahlat olan Ermen Şahlar, Sürmeli Çukuru ile birlikte Kars ve Kağızman Bölgeleri’ ni de ele geçirip bu bölgelerde kendilerine bağlı bir emirlik kurdular. Kars İli’ nde ele geçen kitabelerden de İslam kaynaklarından Erzurum ve Ahlat emirliklerinden ayrı olarak Kars Emirliği ve Sürmeli Emirliği’ nden bahsediliyor. Kars ve Sürmeli Şehirlerindeki bu küçük emirliklerin Ani’nin bir yıl süren kuşatması ve alınışı sırasında Emir Fadlun’a yardım eden Dilmaçlılar/Ermen Şahlar kolundan olan Türkmen beyleri tarafından kurulduğu sanılıyor.
1207 yılında 7 yıl kuşatmadan sonra Kars, Ani ve Divin Gürcü Kıpçakların eline geçmiş. 1064 yılında Selçuklu ülkesine katılan şehir 140 yıl sonra yeniden Hıristiyanların hakim olmasına karşın Sürmeli Çukuru/Sürmeli Emirliği Müslüman emirler idaresinde emirliğine devam etmiştir.

Celaleddin Harzemşah 1225 yılında Sürmeli Çukuru bölgesine girdiği zaman Pasinler aşağısındaki bütün Aras boyu ile Kağızman Deresi, Sürmeli Çukuru ve Arasın solundaki Serdarabat ovasına kadar yayılan Sürmeli Emirliğinin başında Şerafeddin Azdera ile Hüsamettin Hızır bulunuyordu.

Sürmeli Emiri Hüsamettin Hızır, Ahlât kuşatmasında yararlıklar göstermiş, Ahlât kuşatması devam ederken Erciş’ i alarak ordunun erzak ihtiyacını buradan karşılamıştır. Ahlât’ın alınışından sonra Harzemşah kendi emirlerinden olan Orhan’ın Sürmeliyi istemesi üzerine burasını kendisine vermiş, bunu duyan Hüsamettin Hızır “Sürmeli atalarımın mezarları ile doludur. Bu topraklar atalarım tarafından ihya olunmuştur” diye dert yanmıştır. Bu sırada Şerafeddin Azdera ve oğlu Hüsamettin İsa da Ahlat’ ın alınışında gösterdikleri ihmal yüzünden şahın gözünden düşmüş ve kaçmışlardır. Hüsamettin Hızır dostu Nesevi vasıtası ile 10.000 dinar ve Şerafettin Azdera ile oğlunun yakalanması şartı ile Sürmeli Çukuru’ nun bütün şehir ve kalelerini tekrar ele geçirmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracak olan Oğuzların Kayı boyu yıllarca Sürmeli Çukuru’nda kalmışlardır. Kayıların Beyi olan Süleyman Şah, Fırat Nehri’ni geçerken suya kapılıp boğulur. Süleyman Şah’ ın dört oğlundan Songur-Tigin ve Gündoğdu kendilerine uyan kavimleri ile geri dönüp İrana gitmişlerdir . Ertuğrul Bey ve kardeşi Dündar Bey ise geri dönmeyerek 400 çadırlık konar-göçer ahalisi ile Sürmeli Çukurunda uzun süre yaşadıktan sonra batıya doğru ilerleyerek Karadağ, Söğüt ve Domaniç civarına yerleşmişlerdir.

1164 yılında Sürmeli hâkimi Emir İbrahim den bu yana eski Oğuzların kışlık merkezi olan Sürmeli ve yine Osmanlı kaynaklarında Karahisar diye de bilinen bu emirliğin başında 1225 yılında Şerafeddin Azdera ile Hüsamettin Hızır isimli beyler bulunuyordu. İşte bu tarihlerde Ertuğrul idaresindeki Kayı boyu Sürmeli Çukuru’ nda yıllarca kalmış ve Osmanlı Devleti’nin temelleri Sürmeli Çukuru’ nda atılmıştır.
Sürmeli Çukuru 1225 yılında Harzem birlikleri eline geçmiş 1232 yılında Harzem şah’ın ölmesi ile geçici bir karışıklık içine düşmüşse de 1239 yılında bölgenin Cengizlilerin eline geçmesi üzerine Aras boylarında ve Ağrı Dağı eteklerinde konar-göçer yaşayan Kayılar, Sürmeli Çukuru’nu terk ederek batıya doğru yönelmiştir. 1226 yılında Harzem şah Mengüberti Sürmeli’ yi, ordusunun hareket üssü ve ikinci başkenti ilan etti.

Cengizliler 200.000 kişilik bir ordu ile Harzem şahlar’ı ortadan kaldırarak Cebe-Noyan ve Subutay komutasında güneyden Kafkasları aşıp Orta Asya’ya hâkim olmaları sonucu Sahat Çukuru da Cengizlilerin hâkimiyeti altına girmiştir.

Iğdır Ovasını da içine alan Sahat Çukuru ve bölgesi 1238–1256 yılları arasında Cengizlilerin, 1256-1355 yılları arasında da İlhanlıların hakimiyeti altında kalmış ve bu dönemlerde bölgede Türk yerleşimi oldukça güçlenmiştir. İlhanlılar zamanında Sürmeli Çukur bölgesi huzur, sükûn ve barış içinde yaşamıştır.

İlhanlı hükümdarı Hülagü, barış zamanlarında; kışları Umumiye Gölü Kıyısı’nda yaptırdığı kışlık sarayında, yazları ise Ağrı Dağı eteklerindeki yazlık sarayında geçirirdi. Hülagü’nün yaptırdığı bu “Alatağ” yazlık sarayı, Iğdır’da Ağrı Dağı sırtlarındaki Serdar Bulağı bölgesinde idi. İlhanlılar yazın burada yaylayıp İran ve Anadolu’yu idare ederken para kestirmişlerdir.

İlhanlılar zamanından beridir, Doğu Anadolu Bölgesinde varlıkları bilinen ve Oğuz boylarından olan Kara Koyunlular, Bayram Hoca önderliğinde 1375 yılından itibaren Sürmeli Çukuru bölgesine hâkim olmuşlardır.

Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak bölgelerine yayılmış olan Kara Koyunluların en önemli yurtlarından biri de Sürmeli Çukuru’dur. Eskiden önde gelen, sevilen, sayılan kişilerin mezar taşları’nı koç heykeli şeklinde yaptıkları görülmektedir. Kara Koyunlu Bayram Hoca 1374 de, amca oğulları olan Nahcivan hakimi amca oğulları Sa’dlı boyu’nun, yardımı ile Aras boylarını fethetmişti. Bu sıralarda bölgeye yaklaşmaktadır. Timur, Tebriz’den kalkarak Nahçıvan yakınlarında Arası geçtikten sonra, Sahat Çukuru bölgesine gelip bölgenin merkezi durumundaki Gerni kalesini aldı. Buradan Sürmeli Çukuruna yönelerek Sürmeli kalesini kuşatıp ve çetin bir savaş sonucunda bu kaleyi de aldı. Kale hâkimi Toman’ı tutsak edip Timur’un huzuruna çıkardıktan sonra Kars’a yönelen ordu Kars’ı da uzun bir kuşatmadan sonra alıp Tiflise kadar ilerlediler.

1392 yılında Toktamış Han bu bölgeyi ordusun’da görev alan Kırımlı Kıpçaklara bırakmıştı. Kıpçak oymağının beyi de Ağrı Dağı eteklerindeki Iğdır kalesine yerleşerek burasını kendisine merkez yapmıştı. 1394 yılında bu bölgeye ikinci seferini yapan Timur bölge halkının şikâyetleri üzerine kalenin beyini idam ettirerek Iğdır kalesinin bütün kapılarını yıktırmış ve bir daha buraya kapı yapılmamasını emrettikten sonra idam ettirdiği Kıpçak beyinin eşini kaleye kumandan tayin etmiştir. Bölgeye çok önem veren Timur buraların dirlik ve düzene girmesi için bir hayli mücadele etmiştir. 1404 yılında İspanya kralı tarafından Semerkant da bulunan Timur’a elçi olarak gönderilen Ruy Gonzales De CİLAVİJO seyahatnamesinde bu bölge ve Sürmeli, Iğdır kaleleri ve Ağrı dağı ile ilgili şu bilgileri vermektedir “ …………………. 26 Mayıs Pazartesi günü Deliler köyünden hareket ederek, Aras nehrine ulaştık ve kıyısında mola verdik. Bu, bütün havaliyi dolaşan muazzam bir nehirdir. O gün yolculuğumuz çukurlar ve tepeler arasında geçti, ………………….Aras kıyısında ilerlemeye devam ettik. Yol bozuk ve birçok yeri dim dik idi. Ertesi gün yine bir köyde kaldık. Burada, dağın tepesinde kurulmuş bir kale vardı. Dağ-taş tuz kayaları ile kaplı idi. Civar köylerden gelenler buradan tuz alıp yemeklerinde kullanıyorlarmış. Şimdi, Sözmari/Surmali şehrini tarif edeceğiz. Bize anlatıldığına göre tufandan sonra kurulan ilk yer burasıdır. Biz buraya, 29 Mayıs Perşembe günü öğle üzeri ulaştık. Surmari büyük bir şehirdir. Ararat dağı buradan altı fersah kadar ötelere uzanıyor. Nuh’un gemisi bu dağın üzerine konmuştu. Aras nehrinin kenarında olan Surmari, bir taraftan derin bir vadi ile çevrilmekte diğer taraflarında ise sarp dağlar yükselmektedir. Bu bakımdan şehir son derece muhkem bir yerdedir. Kapısı üzerinde kuvvetli kuleleri olan bir kalesi vardır. Kalesinin, biri dış biri de iç olmak üzere iki kapısı vardır. Hakikaten bu Surmari şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine kurulan ilk şehirdir. Burayı kuranlar, Nuh’un oğullarıdır. ”.

Sürmeli Çukuru bölgesi ile ilgili sınırlı sayıda bilgi veren kaynaklardan biri de Marco POLO dur. Ünlü seyyah 1300 lü yıllarda bölgeden geçerken Ağrı Dağının piramit biçiminde dimdik yükseldiğini söylerken, dağla ilgili şu bilgileri vermektedir. “……………….. Söylendiğine göre Nuh Peygamberin gemisi bu dağın tepesinde imiş. Bütün yıl kar eksik olmuyor tepesinde hep bembeyaz, bulutlu. Dağın etekleri ise yemyeşil, gür otlaklarla çevrili Türklerin hayvanlarını otlatması için bulunmaz bir bölge …………”. Yine ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Sürmeli Çukurunu ziyaret etmemiş. Fakat Erzurum’dan Azerbaycan’a giderken, Kağızman deresi yolunu kullanmış ve Revandan (Erivan) gördüğü Ağrı Dağı ile ilgili şu bilgileri vermiştir. “Revanın batısında görülen Ağrı Dağı Kağızman’a yakındır. Dünyanın tanınan dağlarından birisi de budur. Türkmen yaylağıdır”.

Bugün ovada bulunan Iğdır yerleşimi sonradan kurulmuştur. Iğdır’ın eski yerleşimi Ağrı Dağının Kuzey yamacında, bugün Korhan Yaylası diye bilinen yerdir. Kuzey taraftan Sürmeli Çukuru ve Revan düzlüğünü gören Iğdır kalesi ve çevresi idi. 29 Mayıs 1664 de meydana gelen ve bir hafta süren deprem sonucu, Iğdır kalesi ve şehri yıkılmış, sağ kurtulanlar ovaya indirilerek Baharlı( Baharlu ) köyü yakınında yine Iğdır ismi ile bugünkü yerleşim oluşturulmuştur.1848 yılında Ağrı Dağında meydana gelen depremle ovaya yerleşim artmıştır. Daha sonra bölgedeki diğer bir yerleşim yeri olan Sultanabat Köyü etrafına da yerleşildiği görülmektedir. Baharlı ve Sultanabat köyü bitişiğine yerleşen Iğdır kalesi ahalisi burada yeni bir mahalle kurmuştur. Buraya Farsça yeni anlamında Iğdır-i Nev, Yeni Iğdır denilmiştir. Daha sonra Iğdır, Rusların işgaline uğradığı zaman Rusça da yeni anlamına gelen Nov/Nova şeklinde değişerek Iğdırı Nova denilmiş, bu isim de yöre ağzında Çar Nikola’ya Nigalay denildiği gibi Iğdır Mava/İdir Mava şekline dönüşmüş ve böyle söylene gelmiştir. Günümüzde Iğdırmava mahallesi olarak bilinmektedir.

Karakoyunlular, Kara Yusuf’un 1406 yılında Nahçıvan yakınlarında Timur’a karşı ilk zaferi kazanması ile 1469 yılına kadar 63 yıl boyunca Iğdır, Kars, Ardahan bölgesine hâkim olmuşlardır. Kara Koyunlu Devletini bu zaferden sonra yeniden kuran Kara Yusuf’tan sonra, sıra ile iki oğlu Kara İskender (1420–1438) ile Cihan Şah (1438–1467) tahta geçmişlerdir. Cihan Şah’ın 1467 yılında ki Ak Koyunlu savaşında öldürülmesi üzerine yerine geçen oğlu Hasan Ali’nin de(1467–1469) 1469 yılında Hamedan da öldürülmesi sonucu Kara Koyunlu Devleti tarih sahnesinden silinmiştir.

Kara Koyunluların son hükümdarı Hasan Ali’nin 1469 yılında öldürülmesi üzerine Sürmeli Çukuru ile birlikte bütün Kara Koyunlu İmparatorluğu ile Horasan Ülkeleri Ak Koyunlulara geçti ve yönetim merkezi Kara-Amid (Diyarbakır) şehrinden Tebriz’e taşındı ve Tebriz merkez yapıldı. Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın merkez Tebriz’in yanında kışlık olan merkezlerinden biri de Sürmeli Çukuru’nda bulunmakta idi.

1467 yılında Cihan Şah önderliğinde büyük bir Kara Koyunlu ordusu Akkoyun ordusu ile Çubuk Su bölgesinde karşılaşmışlardır. 9 Ekim 1467 deki bu savaşta Cihan Şah yenilerek geri çekilmeye mecbur oldu. Uzun Hasan 6000 kişilik bir kuvvetle Cihan Şah’ı takip ederek Sürmeli Çukurundaki karargâhını basarak öldürmüştür. Cihan Şahı ortadan kaldıran Uzun Hasan, Hamedan da bulunan ve yerine geçen Cihan Şahın oğlu Hasan Ali beyi de bozguna uğrattı. Bütün bu gelişmeler üzerine Hasan Ali Bey, Orta Asya ve Afganistan da hâkim bulunan Timuriler den olan Ebu Said den yardım diledi. Ebu Said kuvvetli bir ordu ile Hasan Ali Bey’e yardıma gelmek için Aras boylarında ilerlerken Uzun Hasan tarafından kuşatılarak ordusu dağıtıldı ve kendisi de esir edildi.

Mezarlarına koyun heykelleri koyan ve bunu totem haline getiren Ak Koyunlular Müslüman olduktan sonra da bu geleneklerini devam ettirmişlerdir. Türkmen ilinin Bayındır ulusundan bir oymak olan Ak Koyunlular, Tebriz’i merkez yapmalarından sonra Doğu Anadolu’da birçok Türkmen oymağı Tebriz ve çevresine göç ederek yerleşmiştir.

Ak Koyunlu ülkesinde meydana gelen iç savaşların önüne geçmek isteyen bir takım aklıselim beyler, bu kargaşayı önleyebilecek kudretli bir Şehzadeyi tahta geçirmek için anlaştılar. II. Beyazıd’ın damadı Uzun Han’ın torunu Göde Ahmed’i getirip padişah ilan ettiler.1497 yılında sultan ilan edilen Göde Ahmed,1498 yılında Iğdır Ovası’nda öldürülünce; Şehzadeler arasında yeniden başlayan bölünmeler Ak Koyunlu topraklarında siyasi bunalım ve boşluk meydana getirmişti. Bu boşluktan faydalanmak isteyen Şii Türkmenler henüz 13 yaşında olan Şeyh İsmaili Gilen’den Erdebil’e getirdiler. Türkmenler böylelikle kendi dergâhlarının şeyh sülalesinden olan İsmail başkanlığında bir Türkmen Devleti kurmak istiyorlardı. İsmail Ercuvan Kışlağı’na oradan da Gökçe Göl yaylağı’na geçti. Bu sırada yanında Şam’lı, Rum’lu Türkmen müridleri ile Karabağdaki Yirmidörtlü Ulusundan Tokçalı Oymağı toplanmıştı. Kara Koyunlular’dan Baranlu Sultan Hüseyin’in kendisini yakalamasından korkan İsmail, Gökçe Göl’den hareketle Sahat Çukuruna gelerek konakladı. Burada bulunduğu sırada bölge yakınlarında yaşayan Türkmenlerin de katılım ile İsmail bir hayli güçlendi. Böylelikle Sefavi Devleti’nin ilk oluşum yeri Sahat Çukuru oluyordu. İsmail yanındaki Türkmenler ile buradan Kağızman yolu ile Erzurum üzerinden Erzincan’a gitti. Erzincan da Anadolu’daki Türkmen Oymakları’na haber göndererek etrafında bir hayli Türkmen Müridi toplayan İsmail, topladığı bütün bu kuvvetler ile Erdebil’e döndü.

Doğu Anadolu yaylaları, sulak ovaları Türkmenler için çok elverişli koşulları bünyesinde barındırdığı için Sefavi Devleti’nin kuruluş zamanlarına rastlayan devirlerde Doğu Anadolu’da özellikle Sürmeli Çukuru’nda yoğun bir Türk nüfusu bulunmaktaydı ve temelleri Sahat Çukuru’nda atılan Sefavi Devleti’nin kuruluşu Anadolu’da yaşayan Türkler’e dayanıyordu. Bu Türkler Safevi Devleti’nin temellerini oluşturmuşlardır.

1583 yılına kadar Osmanlı ve Sefaviler arasında çok kanlı savaşlar cereyan etmiştir. 1583 te Kuba Ovası’nda yapılan savaşta Sefaviler’in yenilmesi üzerine, Güney Kafkasya topraklarında Osmanlı hâkimiyeti kurulmuş oluyordu. Böylece Aras Nehri’nin kuzeyinde Nahçıvan ve Karabağ’ın bir kısmı hariç Sefaviler’in toprağı kalmamıştı. Sahat Çukuruna giren Osmanlı Ferhat Paşa, savaş yapmadan Revan’ı aldı. Bölge yoğun bir Türk nüfusu barındırmasından dolayı her iki devlet tarafından da önemseniyordu. Zaman zaman Osmanlı ve Sefaviler arasında el değiştiren Sürmeli Çukuru Bölgesi’nde her iki devlet de bölge ahalisinin huzur ve refahı için gayret sarf etmişlerdir. Ağustos 1583 yılında Revan’ın fethi ile Iğdır Ovası da fiilen Osmanlı Devleti’ne katılmış oluyordu.

Osmanlı Devletinin ele geçirdiği toprakları geri almak için fırsat kollayan Sefavi Hükümdarı Şah Abbas, 1603 yılında Osmanlıların elinde bulunan Tebriz’e hücum etti. Çetin bir savaştan sonra Tebriz Sefavilerin eline geçti. Tebrizin düşmesi ile Hoy, Selmas, Meraga, Culfa, Ordubat, Cevanşir ve Nahçıvan kaleleri’de Sefaviler’in eline geçti bu zaferi pekiştirmek isteyen Şah Abbas, Aras Nehri’nin Kuzey Batısı’nı takip ederek 15 Kasım 1603 de Revan’ı (Erivan) kuşattı. 8 Haziran 1604 yılında Revan Sefavilerin eline geçti. Böylece Sürmeli Çukuru’da tekrar Sefavilere geçti. Bölgede 9 yıl süren savaşlardan sonra 20 Kasım 1612 yılında Osmanlılar ile Sefaviler arasında İstanbul’da yapılan anlaşmada Sa’ad Çukuru (Iğdır Ovası), Nahçıvan, Karabağ, Güney ve Kuzey Azerbaycan’ın tamamı Sefavilere bırakıldı.
Safeviler ile bu sonu gelmez savaşlara bir son vermek isteyen IV. Murat 1635 yılında İran seferine çıkarak Revan önlerine geldi. Bölgeyi aldıysa da hastalanıp geri dönünce, Sefaviler bu bölgeye tekrar hâkim oldular. Bu şekilde bölge birkaç defa daha el değiştirdi.

Osmanlılar 1734 yılında Aralık, Iğdır, Sürmeli adlı nahiyeleri Revan Vilayeti’ne bağlamışlardı. 1734 yılında tekrar Sefaviler’in eline geçen Revan’a Nadir Şah, Turgutlu Boyu’ndan bir beyi, han olarak tayin etmişti. Nadir Şah’ın ortaya çıkması ile İran yeniden toparlanmış ve Sefaviler Nadir Şah ile birlikte kaybettikleri toprakları tekrar kazanarak sınırların Derbent’e kadar genişletmişlerdi. (Nadir Şah’ın ölümü üzerine Turgutlu Revan Hanlığı bağımsızlığını ilan etmiş ve Sürmeli Çukuru’nda hâkim olan bu hanlık 1828 yılına kadar buraların hâkimi olmuştur). Bu dönem içerisinde bugünkü Iğdır ili toprakları Erivan Hanlığı’na bağlı bir sancak olarak kalmıştır.
1803 yılında Ruslar, Erivan ve Aras Boyları’na saldırılar yapmış fakat bu toprakları almaya muvaffak olamamıştır. Bu saldırılar İranda’ki Türk Kacar Hanedan’ı ile Ruslar arasında kanlı savaşlara sebep olmuş, bu savaşlar 1813 yılına kadar devam etmiştir. 1813 yılında İran ile Rusya arasında yapılan anlaşma ile Erivan ve Nahçıvan Hanlıkları dışındaki Aras’ın kuzeyindeki bütün hanlıklar Rusya’ya bırakıldı. Bu tarihten sonra Azerbaycan’a hâkim olan Ruslar 1828 yılına kadar Erivan üzerine çeşitli defalar saldırılar yapmışlardır. Rus saldırıları karşısında Sürmeli Çukuru’nda yaşayan Türkler çete savaşları ile Ruslar’a büyük kayıplar verdirmişlerdir. Bunun karşısında Erivan’ı almaya kararlı olan Ruslar Paskeviç komutasında kuvvetli bir ordu ile Erivan’a hücum ettiler. Bu sırada Türk oymaklarının askeri karargâhı Sürmeli (Karakale) Kalesi idi. Erivan Hanlığı’nın direnişi ve bölge Türklerinin çete savaşlarından bunalan Ruslar Nahçıvan’a çekilirken Abbas Mirza kuvvetleri ile Kara papak Türkleri ve yöre ahalisinin oluşturduğu kuvvetler tarafından bozguna uğratıldı. Bu mağlubiyeti hazmedemeyen Ruslar toplarla donatılmış bir ordu ile tekrar Erivan üzerine yürüdüler. Bu sırada Sürmeli Sancağı merkezi Karakale’de bulunan Abbas Mirza, Erivan’ı kuşatmadan kurtarmak için Nahçıvan üzerine yüklendi ise de bu hareketi bir netice vermedi. Ruslar 1 Ekim 1827 günü Erivan’ı işgal ettiler. İranlılar ile Ruslar arasında 1 Şubat 1828 yılında yapılan anlaşma ile Erivan Ruslara terk edildi. Revan Hanlığı’nı yıkan Ruslar toplarla Sürmeli (Karakale) kalesini düşürüp yıktılar. Sonra bölgeyi Erivan Vilayeti’ne bağladılar. 1828 Mart ayında, Rus Çarının özel fermanı ile Erivan, Nahçıvan ile birleştirilerek Ermeni Eyaleti olarak ilan edildi. 1850 yılında yeni bir idari değişme ile Erivan, Nahçıvan, Gümrü, Yeni Beyazıt ve Ordubat kazalarından mürekkep askeri bir valinin yönetiminde vilayet haline getirilmiştir.

Tamamen bir Türk şehri olan Erivan’ın 1828 yılından beri Türk nüfustan arındırılması siyasetine rağmen 1897 de Ruslarca yapılan ve hiç de tarafsız olmayan nüfus sayımında bile %52 si Türk ahalisi idi. Rusların dünyanın birçok yerinde Ermenileri getirip yerleştirmelerine rağmen 1897 de Ermeni nüfusu ancak %37 kadardı.

1828–29 Osmanlı Rus savaşında Kars’a kadar olan bölge Rus istilasına uğramıştı. Ancak dönemin siyasi ve askeri yapısı gereği Ruslar daha fazla ileri gidemediler. 14 Eylül 1829 ‘da imzalanan Edirne anlaşması gereği, bölgede işgal etmiş oldukları Kars ve Erzurum başta olmak üzere birçok yeri boşaltmak zorunda kalmışlardır. Ancak, harp sırasında imzalanan Türkmen Çayı anlaşması (18 Şubat 1828) ile birlikte Aras Nehri’nin kuzeyi, Erivan ( İrevan ) ve Nahçivan Hanlıkları Rusya’ya terk edilmiştir.

Ruslar, sıcak denizlere inme politikası gereği, meşhur 1877–78 Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi)‘ni başlattılar. Osmanlı Devleti bütün gücünü kullanarak, bu saldırılara karşı koymaya çalışıyordu. Balkanlardaki Rus saldırılarına, Osman Paşanın dirayetli komutanlığı ile direnmeye çalışırken, Doğu cephesinde ise Gazi Ahmet Muhtar paşanın destanlaşan mücadelesi ile karşı koyuyordu. Ancak bütün direnmelere karşın, Rusları durdurmak çok güçtü.

Osmanlı Devleti’nin bu harpte büyük oranda toprak ve nüfuz kaybetmesi, bölgede hayati çıkarları olan İngiltere başta olmak üzere, diğer Avrupa devletlerini harekete geçirdi. Onların baskısının tesiri ile Ruslar görüşme masasına oturdular. Görüşmeler neticesinde 3 Mart 1878 tarihinde çok ağır şartları taşıyan “Ayestefanos Barışı” imzalandı.

Bu anlaşmanın 19. maddesine göre; Osmanlı Devleti harp tazminatının bir kısmına karşılık olarak, Ardahan, Kars, Batum ve Beyazıt vilayetleri ile Dobruca’yı Ruslara terk etmeyi kabul etti. Dolayısı ile bu tarihten sonra Iğdır ve havalisi Rus idaresine girmiş oldu.

Bu arada Ayestafanos görüşmeleri devam ederken, Ermeniler adına bir heyet, Rusların Şark masası başkanı ve görüşme heyetinin başı olan İgnatyef’e müracaat ederek “Doğu Anadolu’da Ermenilerin bulunduğu sahanın, Rusya’nın himayesi altına alınmasını” istemişti. Böylece bu anlaşmanın 16. maddesi “Osmanlı Devleti Doğu Anadolu’da meskûn bulunan Ermenilere bir takım ıslahatlar yapmayı ve onları yerli aşiretlere karşı korumayı kabul eder” şeklinde düzenlenmiştir.

Böylece, Rusya, Ermeni meselesini ilk defa gündeme getirmiş ve siyasi bir problem olarak, Ayestefanos antlaşması ile de kabul edilmiş oluyordu. Bu durum, bölgede çıkarları olan İngiltere’nin de harekete geçmesine yol açmıştır. Onlar da bir kısım Ermeni’yi ileride kullanmak için desteklemeye başlayacaklardır.

Rusların bu şekilde güç kazanmasından rahatsız olan Avrupa devletlerinin baskısı ile Ayestafanos anlaşmasını tadil etmek maksadı ile 13 Temmuz 1878 ‘de Berlin Muahedesi imzalandı. Bu Muahede ile Ayestafanos anlaşması gereği Ruslara bırakılan, Eleşkirt vadisi ile Beyazıt, Osmanlı Devletine iade edilmiştir.

Ermeniler zaman içinde başta Rusya ve İngiltere olmak üzere bölgede çıkarları olan devletlerin oyuncağı durumun gelmiştir. Birçok yıkıcı ve bölücü faaliyetin adeta odağı haline gelmiş olan Ermenilerin gayesi, Doğu Anadolu da bir Ermeni Devleti kurmaktı. Bu gayeye ulaşmak için her türlü faaliyeti ve eylemi meşru kabul ediyorlardı.

Osmanlı İmparatorluğu birinci dünya savaşına girmeden önce Ermeni komiteleri bir Türk- Rus savaşında tutumlarını tespit etmek için, Patriğin başkanlığında İstanbul da toplandılar. Bu toplantıda “Ermenilerin Osmanlı devletine sadık kalmaları, askerlik görevlerini yapmaları ve dış tesirlere kapılmamaları” kararını alındı. Böyle bir karardan maksatları, asıl amaçlarını gizleyerek, Osmanlı hükümetine güven vermekti. Esasen gelişecek durumlara göre hazırlıklarını yapıyorlardı.

Birinci dünya savaşında, Türk ve Rus orduları karşı karşıya geldikleri zaman, Ruslar taarruza başlamadan önce, Kafkasya'da Ermeniler hazırlığa başladılar. Ermeni komitacısı Atranik Tiflis’e getirilerek bunun emrinde intikam alayları kuruldu.

Van ve çevresinde uzun yıllardan beri hazırlık yapan Ermeni çetecileri bekledikleri anın geldiğine kanaat getirdiler. Rus ordusu Türk sınırına geçer geçmez Atranik komutasındaki Ermeni Alayları da bu bölgede harekete geçerek, Van ve Bitlis başta olmak üzere bölgede büyük bir ayaklanma çıkardılar. Van Ermenilerin eline geçti. Şehirde ve köyler yakıp yıkarken diğer taraktan bölgedeki Türk nüfusunu yok etmek maksadıyla akıl almaz katliamlar yaptılar. Ermeni planının Van’a ait kısmı böylece gerçekleşti. Van şehri, Ermenistan'ın “geçici başkenti” olarak ilan edildi. Burada 10 000 kadar Ermeni silahlı kuvveti toplandı.
Birinci Dünya savaşı döneminde, bağımsız bir Ermenistan kurmak için büyük bir gayret gösteren Ermeni çeteleri, amaca ulaşmak için her türlü yola başvuruyorlardı. Osmanlı Devleti de kendini korumak için “Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi” dahil bir çok tedbir almak zorunda kalmıştır.

Savaş bütün şiddeti ile devam ederken, Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali patlak verdi. Uzun zamandır bölgeye yığdıkları silah, mühimmat ve diğer malzemeleri geri götüremeyen Ruslar, bunları Ermenilere bırakarak, Doğu Anadolu’yu terk etmek zorunda kaldılar. ( Brest Litovski Anlaşması ) Bu arada 1878 yılından beridir Rusların elinde olan Sürmeli Çukuru olarak biline bu coğrafya ile daha sonra tüm Doğu Anadolu,1918 Mondros Ateşkes Anlaşması ile Ermeni çetecilerin eline düştü.

Ermeni çeteleri hiç vakit kaybetmeden, yerli halkı katlederek nüfus üstünlüğünü sağlamak için eylemlere başladılar. Kafkaslarda ve Doğu Anadolu’da yüz binleri bulan Türkün Ermeniler tarafından katledilmesi bu bölgeleri büyük oranda etkilenmiştir. Bu bölgede çok sayıda ki Türk, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden, Ermeniler tarafından öldürülmüştür. II. Kafkas Kolordu Kumandanlığından, Üçüncü Ordu Kumandanlığına,16 Mayıs 1918 tarihinde gönderilen raporda, İşkâl altında bulunan bölgede, Ermenilerin Türkleri "soykırıma" tabii tutarak, zulümlerini artırdıkları bildirilmektedir. Bu katliam bölgede artık dayanılmaz bir hal almıştır.

Ermeniler bu bölgeyi, büyük Ermenistan yapabilmek için etnik arındırma –özellikle Türk ve İslam nüfustan– maksadını gütmüşlerdir. Bu bölgede Ermeniler tarafından öldürülen Müslüman sayısının bir milyon kadar olduğunu, Osmanlı hükümeti Paris barış konferansına vermiş olduğu muhtırada resmen bildirmişti.

Artan Ermeni saldırı ve zulümlerine karşı mal ve canlarını koruma zorunda kalan Türk’ler yer yer mahalli şura idareleri kurdular. Bunlardan önemlileri; merkezi Kars'ta olan Güneybatı Kafkas geçici hükümeti, Nahcivan bölgesinde kurulan şura hükümeti ve Aras - Türk hükümetidir.

Ermenilerin başlattığı terör hareketleri planlı bir şekilde gittikçe artmakta idi. Bu durum büyük bir trajedi halini almıştır. Ermenilerin bu azgın hareketlerine karşı bölgede bulunan Türk’ler müdafaa maksadıyla, Vedibasar, Zengibasar, Gemerli, Başköy (Aralık) gibi yerlerde, milis teşkilatlar kurarak çalışmalara başlamışlardı. İlk zamanlarda Iğdır merkezinde böyle bir teşkilat olmadığı görülmektedir. Ancak, Aras-Türk Hükümeti Harbiye Nazırı Cihangiroğlu İbrahim Bey’in direktifleri ile bir Milli Milis teşkilatı kurulmuştur. Bu uğurda 12.Kafkas Tümeni komutanı Ali Rıfat Bey’in yoğun faaliyetleri ile ciddi bir teşkilat oluşturuldu. Oluşturulan bu teşkilatın başkanı Mehemmet Muhiddin (aynı zamanda Aras-Türk Hükümetinin yerel temsilcisi), faaliyetleri hakkında 11 Kasım1918’de IX.Ordu kumandanlığına şu malumatı vermiştir.; “ Burada Müslüman ahali İttihat-ı Millet fırkası adı ile 4 alay’dan oluşan bir kuvvet oluşturmuştur. “ Bölge halkı Ermeni tehlikesine karşı artık daha teşkilatlı hale gelmiş ve silahlanma arzusundadır.
Iğdır İttihat-ı Millet Fırkası başkanı ve mevkii komutanı Muhammet Muhittin Bey, IX. Ordu ‘ya 8 Kasımda gönderdiği raporda şöyle demektedir; “ Iğdır ve civarında bulunan Müslümanların elinde 776 büyük kalibreli, 229 küçük kalibreli Osmanlı mavzer tüfengi, 136 düz martin ve 28 adet Osmanlı kapaklı tüfeng ve 452 küçük kalibreli Rus beşatılanı, 2 Rus üçatılanı, 686 tek ateşli Rus tüfengi, 3 adet kara tüfeng, 29263 adet Rus küçük kalibreli patronu, 20174 adet Rus yerli patronu var. Iğdır’da 4305 piyade, 8 suvari vardı. “

Bu rapordan sonra bölge ahalisinin silah ihtiyacını karşılamak için IX. Kolordu tarafından bölgeye 2000 civarında silah gönderilmiştir. Kendine güveni artan bölge ahalisi, daha da rahatlamıştır. Bunlar, Aras – Türk Hükümeti’nin kurulmasına zemin hazırlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya savaşında yenildiğinin belgesi olan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros ateşkes anlaşması gereği ordu geri çekilmeye hazırlanıyordu. Bu durum Ermenileri sevindirirken, buralarda bulunan Türk ahaliyi de büyük endişelere sevk etmekteydi. Güvenlikleri ciddi tehlike altında bulunan bölge ahalisi, çare olarak IX. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa’ya müracaat ederek yardım istediler. Bunun üzerine, zaten bölgedeki hassasiyeti çok yakından bilen Yakup Şevki paşa, 11. Tümen komutanı Albay Rüştü Bey’e gereğinin yapılması için emir verdi.

Osmanlı Ordusu’nun direktifleri ve bölge ahalisinin iştiraki ile 18 Kasım 1918 ‘de Gemerli kasabasında geniş katılımlı olarak yapılan toplantı sonunda Aras- Türk Hükümeti kurulduğu resmen ilan edildi. İlan edilen kuruluş beyannamesinde şöyle denilmektedir; “ 18 Kasım 1918’ de Revan Vilayeti’nde, Aras Vadisi’nde yaşayan bir milyon kişi, Osmanlı Ordusu gittikten sonra, tehlike altında kalmamak için Revan Muhacirleri, Nahcıvan, Şerur, Eçmiadzin, ve Sürmeli Bölgeleri’nin temsilcileri, yukarıda belirtilen tarihte, Gemerli kasabası’nda toplantı yaparak, bir teşkilat oluşturmaya karar vermişlerdir. Kurulan Aras – Türk Hükümeti’nin merkezi Iğdır olarak kabul edildi. Bu hükümetin çeşitli yerlerde şubeleri açılacaktır. Kendi güvenliği için gerekirse silahlı mücadele yapacak olan bu teşkilat, kendisine dokunulmamak, hak ve hukuku çiğnenmemek kaydıyla saldırgan olmayacaktır.

Hükümet Reisi Emir Bey, çalışmalarını Gemerli Kasabası’nda yapmıştır. Vesikalardan anlaşıldığı kadarı ile Iğdır’da herhangi bir toplantı olmamıştır. Merkez resmen Iğdır, cepheye uzak olması yüzünden, çalışmalar cepheye daha yakın olan Gemerli’de yürütülmüştür.

Aras-Türk Hükümeti, kabinesi şu isimlerden oluşuyordu.

Hükümet Başkanı: Emir Bey Zamanbeyzade

Maliye Nazırı: Gember Alibey Beneniyarlı

Harbiye Nazırı: Cinangiroğlu İbrahim Bey

İnzibat Nazırı: Bağır Bey Rızazade

Adliye Nazırı: Mehemmet Beyzade

Harici İşler Nazırı: Hesenağa Sefizade

Şeyhülislam: Mirze Hüseyin Mirze Hesenzade ve Lütfü Hoca Ekid

Fahri üye: General Ali Eşrefbey

IX. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa’nın direktifleri ile kurulan bu hükümet, Osmanlı birliklerinin çekilmesi ile ortaya çıkan boşluğun doldurulması, bölgenin geleceğini garanti altına almak ve sayıları bir milyonu geçen Türk nüfusu için çok önemli idi.

Ancak bu Hükümetin kurulması, maalesef istenilen sonucu vermemişti. Bütün gayretlere rağmen teşkilatlanma istenilen güce ulaşamamış, Ermeni saldırılarını bir türlü önleyememişti. Zira Ermenilerin uzun zamandan beri başta Ruslar olmak üzere birçok devlet Ermeni saldırılarının artması ve birçok bölgeyi işkâl etmesi, büyük muhacir kitlelerini ortaya çıkarmıştı. Tarihte “Gaça Gaç” olarak’ta bilinen bu olayda insanlar, adeta canlarını kurtarmak için her şeylerini bırakarak daha güvenli yerlere kaçmaya çalışıyordu. Bu hususta Harbiye Nazırı Cihangiroğlu İbrahim Bey şunları söylemektedir.; “ Nahcivan taraflarına hücum eden Ermeniler, Muhacir olan 1204 kişiyi öldürmüşler, Vedibasar’da genç kadınları ayırmışlar, 2000 kişiyi harmanda öldürmüşler 40 kadın ve çocuğu diri diri yakmışlar . Bölgenin sevilen şahıslarından Seyyid Hasan’ın ailesine tecavüz edilmiştir.

Bu saldırılardan kurtulabilenler, Bayezı’da doğru çekiliyorlardı. Ermeni kuvvetleri Uluhanlı- Gemerli üzerinden Nahcıvan’a doğru ilerlerken 1000 kişilik 8.Ermeni Piyade birliği de Sürmeli’ye saldırdı. Ermeniler, Sürmeli ve Kulp(Tuzluca)’yı işgal ettiler. Bu işgallerden sonra, Iğdır ve çevresinde kanlı günler başladı. Iğdır’dan Bayezıt’a çekilen Aras – Türk Hükümeti Başkanı Ali Ekber Bey ve üç arkadaşı, kuvvetleri dağıldığı için çaresizdiler. Ermeni vahşetini Erzurum’a bildirmekten başka yapabilecekleri başka bir şeyleri yoktu.

IX. Ordu komutanı Y. Şevki Paşa, Iğdır’da ki Ermeni terörünü İstanbul’a çektiği telgrafla şöyle bildirmektedir; “ Osmanlı askerleri tarafından Iğdır boşaltıldıktan sonra, geri dönen Ermeniler zulme başladılar. Iğdır Kasabası’nda Türk gençleri toplanarak meçhul yerlere götürülüyorlar. Müslüman ahaliye ait erzak ve diğer eşyaları zorla alıyorlar. Bölgede çok büyük bir felaket yaşanmaktadır. İstanbul’da bulunan galip devletlerin temsilcilerinden olaya duyarsız kalmamaları” istenmektedir. Ermenilerin Deh ne Boğazı ve Şerur’a hücumları devam ederken, Müslüman ahali akın akın İran’a kaçmakta idi. Bunlardan bir kısmı da karşıya geçmeye çalışırken Aras Nehri’nde boğulmuşlardır.

Bu Ermeni saldırıları sırasında, Iğdır, Gemerli, Dereleyez, Uluhanlılar’da, Başköy’de yaşayan Türklerin tamamı yurtlarından kovulmuşlardır. Gemerli’de 48, Vedibasar’da 18, Dereleyez’de 74, Şerur’da 7 köy yakılmış, suçsuz ve savunmasız insanlar işkenceden geçirilmiştir.

Böylece büyük ümitlerle kurulan ancak ömrü çok az olan Aras- Türk Hükümeti’nin yıkılmasından sonra, 15 Kasım 1918’de Kars Müslüman Şurası, Kars’da umumi bir konferansın toplanması için faaliyete geçildi. Bu konferansa Iğdır’dan Reşid Bey Şemseddinov iştirak etmiştir. Bu şuranın ikinci toplantısı Cihangir oğlu İbrahim Beyin başkanlığında toplanarak faaliyet sahasını genişletmiştir. Batum, Kars, Artvin, Oltu, Ahıska, Sürmeli ( Tuzluca Iğdır, Aralık) Ahılkelek ile Eçmiadzin’in batı bölgesi dâhil edilmiştir.

Bundan sonra daha büyük bir teşkilatlanmaya gidildi. 17–18 Ocak 1919’da III. Kafkas konferansı toplandı. Burada Cihangiroğlu İbrahim Bey’in başkanlığında “Müveggeti Milli Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti” kuruldu. Ahıska, Ahılkelek, Ardahan, Oltu, Kağızman, Iğdır, Şavşat, Gamerli, Nahcıvan, Ordubad, Kars, Batum bu hükümetin sınırlarına dâhil edildi

Fakat Osmanlı ordusu, bu yerleri boşalttığı sıralarda Ermeniler, hemen Gümrü ve Eçmiyazdin bölgelerini, Arpaçay’ı ve Aras Kıyıları’nı ve Iğdır Bölgesi’ni de sınırlarımıza yakın yerlere kadar işgal ettiler.
Birinci dünya savaşının sonunda, İtilaf Devletleri tarafından, Osmanlı Hükümetine dikte ettirilen Mondros mütarekesi gereğince, silahlarının büyük kısmı ellerinden alınmış ve personel bakımından genel olarak kadro haline getirilmiş olan Türk kuvvetleri yeni durumlarına göre konuşlandırılması ve mütareke şartlarına göre yeni kadrolarının yapılması büyük önem arz ediyordu.

Mondros mütarekesinde elde kalacak birlik miktarı belirtilmemiş, yalnız ordu mevcudu kayıt altına alınmıştı. Bu boşluktan faydalanan Türk Genelkurmayı mevcut kuvvetleri dokuz Kolordu, yirmi Tümen olarak tespit etmişti.

İtilaf devletleri ile Osmanlı Hükümeti arasında yapılan Mondros mütarekesi (30 Ekim 1918) gereğince de Osmanlı ordusu Kafkasya ve İran'ı boşaltarak 1914 Türk-Rus sınırına çekildikten sonra 9. Osmanlı Ordusu lağvedilerek yerine 15. Kolordu kuruldu

15. Kolordu bölgesini o zamanki Van, Erzurum ve Trabzon illeriyle kısmen ve batıya doğru derinlik teşkil etmekteydi. Dört piyade tümeniyle (3. 9. 11. Kafkas ve 12.) bağlı birliklerden oluşmakta ve kolordu komutanı Mirliva Kazım Karabekir Paşa idi.

İzmir’in işgali, Samsun ve Trabzon bölgesindeki pontusçu taşkınlıklar, Ermeni ve Gürcülerin doğudan doğrudan harekete geçebilecekleri ihtimali dolayısıyla 15. kolordu Karadeniz kıyısından Iğdır'a kadar olan bölgenin korunmasından sorumluydu. Bu kolorduca geliştirilen hareket planlarından bir tanesi de iki tümenle Sarıkamış, bir tümenle Iğdır istikametinde Ermenilere taarruz etmekti.

Iğdır Bölgesi’ni Ermeni zulmünden kurtarılması için 11. Kafkas tümeni, Van ve daha güneyindeki alaylarıyla, Doğubayazıt bölgesinde toplanacaktı. Bu tümenin Nahcivan'da bulunan müfrezesi Milli Şura kuvvetlerini de emrine alacak ve Azerbaycan kuvvetleriyle de işbirliği yapacak ve taarruz için ayrıca emir bekleyecekti.

15. kolordu, Ermenilere karşı yapılacak taarruzun manevra planını tasarlamış ve bunu bir emirle, 28 Mayıs 1920’de birliklere yayınlamıştı. Buna göre; “11. tümen; Iğdır'ı kurtaracak ve Aras’a kadar olan bölgeye hâkim olacak; bunun için, Tümen büyük kısmıyla Doğubeyazıt'a toplanacaktı.

Diyadin ve Ağrı’daki taburlar bulundukları yerlerde kalacaklar. Tümenin büyük kısmı Doğubayazıt’tan Iğdır istikametinde hareket ederken, Diyadin'deki tabur, Iğdır; Ağrı’daki tabur da Gaziler (Pernavut) üzerinden Hacıbayram köprüsü istikametinde gönderilecekti. Tümen Doğubeyazıt'ta daha kuvvetli bulunacak, gerektiği takdirde, Ağrı'daki birlikler de Diyadin'e alınacaktı.

Toplanma için seferberlik emri verilip er ve taşıt araçları tamam olarak alınmadığı takdirde, yerli kaynaklardan ve yerli kuvvetlerden faydalanılacaktı. Misak-ı Milli ile tespit edilen sınır içerisindeki ve Nahcivan-Iğdır dolaylarındaki Milli Şura kuvvetlerinin de üstün fedakârlık göstermeleri ve harekâta katılmaları sağlanacaktı. Bunun için; her tümen kendi cephesindeki şuralar yanına şimdiden subaylar göndererek teşkilatı tamamlayıp, durum hakkında etraflı bilgi alacak ve şura kuvvetlerinin iyi bir suretle sevk ve idareleri sağlanacaktı.

Yine 9. Türk ordusu komutanı, verdiği 29 Kasım ve 27 Aralık 1918 tarihli iki raporunda da Ermenilerin yaptığı katliamları bildirmiş. Ve özellikle Iğdır halkından 2000 kişinin Ermeni zulüm ve baskısı yüzünden, Türk topraklarına sığınmak üzere gelirken, Iğdır’ın 10 km kuzeyinde Sarıçoban Köyü Yezitleri tarafından ateşe tutularak bir kısmının şehit edildikleri ve Ermeni Hükümeti jandarmaları tarafından Müslümanların para, eşya ve yiyeceklerini zorla alındığı öldürüldükleri bildirilmektedir. Ermeni birliklerinin, vedi, sederek dolaylarındaki zulümlerinden kaçan 500–600 Müslüman’ın Aras Nehri sağ kıyısına geçerken perişan bir halde Doğubeyazıt'a gelmekte olduklarını, çeteci Yapun’un Nahcivan kuzeyinde Almalı Köyü’nden 688 ve batısındaki Alış Köyü’nden de 516 kişiyi öldürmüş olduğunu ve genç kadınları ayırdıktan sonra 2000 kişiyi toplayarak katlettiğini; ayrıca 40 kadın ve çocuğu bir odaya hapsederek yaktığını ve bölgede buna benzer yapılan cinayetleri belirtmişti.

Ermeniler, bölgede terör faaliyetlerini yoğunlaştırırken, Temmuz-1919’da Iğdır Bölgesi’ndeki Türk yerleşim yerlerindeki ahaliden, mevcut silahlarını teslim etmelerini istediler. Bunun üzerine, Sürmeli, Gelgel, Karabulak, İncesu, Harabe köyleri silahlarını teslim etmişlerdir. Silahlarını teslim ederek savunmasız kalan bu köylerin ileri gelenleri hemen yakalanarak katledilmiştir. Bu durumu öğrenen, sayıları 70’in üzerinde olan köy, silahlarını teslim etmeyerek teminat istediler. İstedikleri teminatı alamadıkları için silahlarını teslim etmemek için direnen köyleri yıldırmak maksadıyla Ermeniler, saldırılarını yoğunlaştırdılar.
 Ermeniler,12 Ağustos 1919 ‘da Iğdır mıntıkasında Molla Ömer köyünün güneyindeki Tavuskün Köyü’ne baskın yaparak ahaliyi kâmilen, 13 Ağustos günü, Yukarı ve Aşağı Katırlı Köyleri’nin erkeklerinin tamamı toplanmış ve büyük çoğunluğu katledilmişlerdir. Yine bu günlerde, Aliköse, Perçinis, Hamurkesen, Köyleri’ndede katliam yapılmıştır. Iğdır yöresinde 21 yerleşim yeri bu şekilde Ermenilerin saldırılarına uğramıştır. Türklerden yakaladıklarını katletmişler, kadınları çıplak olarak Eçmiadzin’e götürmüşlerdir. Bu köylerden bazıları şunlardır; Kolibey, Kerim arkı, Canfeda, Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti Bayraktutan.
Kazım Karabekir bu konuda şunları yazmaktadır; “11 Kasım’da karargâhımı Gümrüye naklettim. Gümrü’nün doğu sırtlarında mevzi alan Ermenilere karşı taarruz hazırlığına başladım. Bu arada Arpaçayın doğusunda bazı mevzileride işkâl ettirdim. Ermeniler’de 12 Kasım’da Iğdır’ı boşaltarak Aras Nehrinin kuzeyine çekildiler. 14 Kasım, sabahleyin Ermeni mevzilerine karşı taarruz başlattım.

Iğdır bölgesinde ise özellikle ova kesiminde bulunan savunmasız köylerde Ermeni çetelerinin zulüm ve şiddeti bütün hızıyla devam etmekteydi. Oba köyü, Küllük, Hakmehmet, Kazancı, Kadıkışlak ve Necefali gibi ovada bulunan köylerde Ermeniler, erkekleri toplayıp topluca yakma ve katletme faaliyetlerini devam ettirmekteydiler. Bu köylerin halkından kurtulabilenleri çareyi köyleri terk etmekte, dağlık alanlara ve sınırın güvenli yerlerine kaçmakta bulmuşlardı.

Ermeniler, bölgede terör faaliyetlerini yoğunlaştırırken, Temmuz-1919’da Iğdır bölgesindeki Türk yerleşim yerlerindeki ahaliden, mevcut silahlarını teslim etmelerini istediler. Bunun üzerine, Sürmeli, Gelgel, Karabulak, İncesu, harabe köyleri silahlarını teslim etmişlerdir. Silahlarını teslim ederek savunmasız kalan bu köylerin ileri gelenleri hemen yakalanarak katledilmiştir. Bu durumu öğrenen, sayıları 70’den fazla köy, silahlarını teslim etmeyerek teminat istediler. İstedikleri teminatı alamadıkları için silahlarını teslim etmemek için direnen köyleri yıldırmak maksadıyla Ermeniler, saldırılarını yoğunlaştırdılar. Ermeniler,12 Ağustos 1919 ‘da Iğdır mıntıkasında Molla Ömer güneyindeki Tavuskün köyüne baskın yaparak ahaliyi kâmilen, 13 Ağustos günü Yukarı ve Aşağı Katırlı köylerinin erkeklerinin tamamı toplanmış ve büyük çoğunluğu katledilmişlerdir. Yine bu günlerde, Aliköse, Perçinis, Hamurkesen köylerin’ de de katliam yapılmıştır. Iğdır yöresinde 21 yerleşim yeri bu şekilde Ermenilerin saldırılarına uğramıştır. Türklerden yakaladıklarını katletmişler, kadınları çıplak olarak Açmıyanez’ne götürmüşlerdir. Bu köylerden bazıları şunlardır; Kolibey, Kerim arkı, Canfeda, Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti’dir

Iğdır yöresinde, Obeyan Haçatur Ağa , Antranik , Dro , Samson , Dikran gibi kişiler idaresindeki Ermeni birlileri, Sürmeli çukurunda terör havası estirmeye başladılar . Aliköse, Perçinis , Hamurkesen, Kulubey, KerimArkı , Canfeda , Kazançı, Küllük, Yaycı, Kiti , Alikamerli, Kasımcan , Kuzugüden, Hakmehmet, Oba, Koçkıran, Şıraçı , Gökçeli , Bayatdoğanşalı , Kacerdoğanşalı, Bayat , Gecer , Zülfikar , Karakoyunlu ve adlarını sayamadığımız onlarca yerleşim yerinde büyük katliamlar yapılmıştır.

Bu bölgede ayrıca İngilizlerin de faaliyetleri bulunmakta idi. İngilizler, Erivan-Culfa demiryolunun idare ve kontrolünü Ermenilere verdiler. Bu demiryolu hattı Kars-Tiflis-Batum-Erivan-Nahcivan-Tebriz-Bakû demiryolu hattında önemli bir yer teşkil etmekteydi.

Özellikle İngilizler, Türkiye’nin doğudan da ablukasını tamamlamak için çaba sarf etmekteydiler. Esasen Kars-Gümrü demiryolu ile karayolları Ermenilerin ellerindeydi. Batum üzerinden giden yollar ise İngiliz ve Gürcüler tarafından kapatılmıştı. Batum üzerinden, şimdi de Nahcivan-Karabağ üzerinden geçen biricik karayolu Ermenilerin kontrolüne geçmişti. Bu suretle Türkiye’nin, Azerbaycan ve Bolşevik Rusya ile irtibatı kesilmiş oluyordu. 15. kolordu komutanlığı hiç olmazsa, yolun açık bulundurulmasına pek çok önem vermekteydi. Bu yüzden de Iğdır, Nahcivan Bölgeleri’nin Ermenilerden temizlenmesi bir an önce gerçekleşmeliydi.

İngilizlerin Ermeniler vasıtasıyla kurmak istedikleri doğu çemberini kurdurmamaya özen gösteren kolordu komutanı Kazım KARABEKİR paşa, hem halkı ermeni zulmünden kurtarmak, hem de Azerbaycan ve Bolşevik Rusya ile açık olan yoldan irtibatımızı sağlamak için büyük gayretler göstermiştir. 11. Tümenden Yüzbaşı Halil, Üsteğmen Edip (Albay Tokalp) ve topçu üsteğmen Naci (General Altuğ) ve Teğmen Osman Nuri ile yedi er, Nahcivan bölgesine sevk etmiştir.

Bunların görevleri, Yüzbaşı Halil idaresinde, Nahcivan Sancağı’nı da daha önce kurulmuş olan, yerli milis alaylarını sevk ve idare ederek bu bölgeyi Ermeni istilasından korumaktı. Bu heyet 17/18 Temmuz 1919 da Doğubeyazıt’tan gizlice sınırı geçerek, Ağrı Dağı eteklerini takiben Yenice’ye varmış ve büyük bir halk topluluğu tarafından karşılanmıştı.
Türk subayları Nahcivan'a geldikten sonra, şöyle bir görev bölümü yapmışlardı:

Nahcivan ve bölgesi genel komutanı Yüzbaşı Halil, Nahcivan Bölgesi komutanı Yarbay Kelba Ali Han, Ordubat Bölgesi komutanı Üsteğmen Edip, Şerur Bölgesi komutanı üsteğmen Naci idi.
Iğdır Bölgesi, buna bitişik olan Aras Nehri kuzeyindeki Zegibasar Bucağı nüfusunun %80’i Müslüman olması dolayısıyla, Ermenistan’ın merkezi olan Erivan'ın çok yakınında ve merkezi tehdit edecek durumda çok hassas bir bölgeydi. Bu sebeple; Ermeniler her şeyden önce ve daha Mondros müterakesi imza edildikten ve Osmanlı Ordusu bu bölgeyi boşalttıktan sonra, hemen Iğdır’ı işgal ve Aras üzerindeki Markara Köprüsü’nü de tutarak Zengibasar'ı tek başına bırakmışlardı. Iğdırlılar, aralarındaki ikilik ve teşkilatsızlıktan bu işgali önleyememişleri.

Iğdır dolaylarında Taşburun’da bulunan Ermeni kuvvetinin 400–500 piyade (3. Alaydan) ile dört top ve altı makineli tüfek olduğu tahmin ediliyordu.
Iğdır’ın işgalinden sonra 6 Şubat 1920 sabahı Ermeniler Aras Irmağı’nın kuzeyine Karbabazar köyüne saldırmışlar. 40 kişiyi öldürmüşler ve geri kalan İslam halkı kaçırmışlar. Ayrıca demiryolunu kontrole almak için Kargın köyüne saldırmışlar fakat buradaki savunama sonucu başarılı olamadan geri çekilmişler.

10 Şubat 1920’de Ermeni hükümeti, Ağrı Dağı’nda bulunan Kürt aşiretlerini, bölgedeki Türklere karşı kışkırtmak maksadıyla aşiret reislerine mektuplar ve bir meclis kurarak barışmak için müzakereye girmelerini teklif etmişti. Sınırın öte tarafında, Ağrı Dağı eteklerinde oturan celali aşireti reisi Ali Mirza, Ermenilerin bu teklifini kabul etmemiş ve gerçekten de bu Ermeni teklifi aşiretler üzerinde nefret uyandırmıştı.
Zengibasar bölgesinden sorumlu olan Yüzbaşı Muhittin bölgede teşkilatlanmaya başlamış ve 37 köyden meydana gelen Zengibasar ve Aralık ilçesi bölgesinde dört taburlu üç alay dairesi kurulmuştu. Her büyük köy bir bölük dairesi olup, her üç köy, bir tabur dairesiydi. Subaylar köylerin ileri gelen kimselerindendi.

1- Alay: Gümrü- Zengibasar demiryolunun Zengibasar kısmının kuzeyindeki arazi halkı 1. alayı oluşturmakta olup, dört taburlu idi komutanı Teğmen İhsan’dı.
2- Alay: demiryolunun güneyindeki (demiryolu ile Aras Nehri arası) arazi halkından dört tabur olarak kurulmuştu. Komutanı Halil Nuri idi.
3- Alay: Aras nehri batısında ve Aralık bucağının kuzeyindeki bölge halkından kurulmuş olup komutanı Meşhedi Bilal Ağa idi.

Bunun, üzerine Aralık Bucağındaki Hamit Bey Aşireti’yle Ağrı Dağı’nın eteklerinde bulunan Celali Ali Mirza Aşiretleri birer Tümen adı almışlarsa da bunlardan hiç faydalanılamamıştır .
Zengibasar’da Yüzbaşı Muhittin'in raporuna dayanarak, Doğubeyazıt’ta bulunan 18. alay komutanı Binbaşı Hilmi 28 Mart 1920’de 15. kolordu komutanlığına şu raporu vermiştir. (özet):
“Nahcivan’da bulunan Yüzbaşı Halil’in her neye mal olursa, Iğdır’a taarruz etmek mecburiyeti olduğunu, Zengibasarda Yüzbaşı Mühittine bildirmesi üzerine Yüzbaşı Muhittin, yerel kuvvetleri toplayarak müşavereden sonra Iğdır’a taarruz kararı vermiştir.

Bu karar üzerine, 25/26 Mart 1920’de toplanabilen aşiret ve Milli Teşkilat kuvvetleriyle yapılan bir hücumla, Taşburun zapt edilmiş ve Iğdır civarına kadar yaklaşılmıştı. Bu sırada bir erin şehit olduğunu gören aşiret ve milli teşkilat mensuplarının moralleri bozularak biraz geri çekilmişler ve yeni tesis edilen hatta akşama kadar beklemişlerdir.

Bundan cesaret alan Ermeniler’in Iğdır’daki topçusuyla ateşe başlamaları üzerine Milli Teşkilat kuvvetleri karışmıştır. Ermeniler getirdikleri 150 piyade 32 süvari, iki makinalı tüfek ve üç topla karşı taarruza geçmişlerdir. Bunlar üç defa geri püskürtülmüştür. Süvari ve topçunun kanadımızı tehdidine ve savunma hattımızın 5000 metre yakınına sokulmalarına rağmen, akşama kadar oldukları yerde kalmışlardır. Bu mesamede Dize ve Cennetabat (Taşburun) Ermenilerin eline geçmiştir.

29 Mart 1920’de Yüzbaşı Muhittin, Vedibasar Bölgesi subayı Teğmen Osman Nuri komutasında gönderdiği bir kuvvetle Dize ve Taşburun köylerini Ermenilerden temizleyerek Zengibasar teşkilatına bağlamıştır.

Bundan sonra Ermeniler, 19 Haziran 1920’de yaptıkları büyük bir taarruzla Zengibasar bölgesini işgal etmişlerdir.
Bu bölgede olaylar bu şekilde cereyan ederken Nisan 1920'nin sonlarına doğru Rusların Kafkasları aşıp Azerbaycan’a girmesi ve Gürcistan ile Ermenistan ise tehdit etmeye başlaması sonucu Ankara hükümeti ve 15. kolordu komutanlığı bir an evvel doğu bölgesinin kurtarılması ve Misak-ı Milli sınırlarına ulaşılmasının gerekli olduğunu belirterek Doğu Anadolu Bölgesi’nde seferberlik başlatıldı.
15. kolordu komutanı Kazım KARABEKİR Paşa, 28 Nisan 1920 ve 6 Mayıs 1920 tarihlerinde, büyük millet meclisi başkanlığına, doğu cephesi komutanlığı kurulması hakkındaki tekliflere, 13/14 Haziran 1920’de şu cevabı aldı.

“15. kolordu komutanı Kazım Karabekir paşanın doğu cephesi komutanlığına atandığı, büyük millet meclisi bakanlar kurulu kararıyla tebliğ ve ilan olunur. Kazım Karabekir Paşa, doğu cephesinde bulunan bütün sivil ve askeri makamlar üzerinde seferdeki ordu komutanlığı yetkisine haizdir.” Böylece 15. kolordu komutanlığı, doğu cephesi komutanlığı unvanını aldı.

11. Tümenin Van’da bulunması hem sınıra hem de hareket alanına uzak olmasından dolayı ve aynı zamanda haberleşme araçlarının noksanlığı yüzünden Ermenistan'a yapılacak bir harekâtta daha aktif hale gelmesi için Van’dan Doğubeyazıt’a taşınmış ve 17 Haziran 1920’de bu tümene çeşitli görevler verilmişti.

Tümen komutanı Albay Cavit, 18 Haziran 1920 de doğu cephesi komutanlığına verdiği bilgide “Kağızman'a taarruz edecek kuvvete mürettep Tugayı” adı verilecek,
Pernavut (Gaziler)’ta bulunan milisler Kulp (Tuzluca)’lu Şamil Ayrım’ın idare ettiği Kulp ve Pernavut Milli Şura Kuvvetleri), Akçay Deresi Köprüsü istikametinde gönderilecek ve Ermenilerin bu köprüden faydalanmalarını ve köprünün tahribini önleyecektir. Kağızman istikametinden batıya doğru etki yapmak ve Kulp Bölgesi teşkilatını idare etmek üzere, Tümen topçu alay komutanın alay karargâhı ile beraber, 20 Haziran 1920’de harabe Perçinis’e hareket ettirileceği;

Mürettep tugay ve Pernevut milisleri, 23 Haziran 1920’de taarruza başlayacaklar, ihtiyat alayları tamamen toplanmasa dahi taarruzun geri bırakılmayıp yapılmasının emredileceği;
Kağızman bölgesindeki kuvvetlere 1. mürettep tugayı adı verildiği;

Nahcivan Bölgesi komutanlığına Vedi ve Develi bölgesinde göstermelik taarruz yapılması ve karşılarındaki düşmanı tespit etmeleri emrinin verildiği; Iğdır Bölgesi’nde de aynı şekilde hareket olunacağı,........merkez grubuna mürettep tugay ile irtibat sağlanması hususunda cephe komutanlığınca emir verilmesi istenmiştir.

Eylül 1920 tarihine kadar pek çok defa Ermeniler ile çatışmalar olmuş özellikle bu bölgede savaşan 11. ve 12. Kafkas tümenleri Kağızman (Ortakale), Tuzluca (Kulp), Iğdır Bölgeleri’nde de çeşitli zamanlarda taarruzlar yaparak Tuzluca’yı işgal ettiler. Bu taarruzlardan maksat Özellikle Oltu Bölgesi’nde bulunan Ermeni kuvvetlerini doğuya doğru sürerek Sarıkamış, Kars ve çevresinin alınarak eski sınıra kadar olan araziyi kurtarmaktı.

27/28 Eylül 1920’de büyük millet meclisi ve doğu cephesi komutanlığının ortaklaşa kararı ile büyük bir taarruz yapılacak ve doğu bölgemiz Ermenilerden kurtarılacaktı. Bunda batı cephesinde Yunan ilerlemesinin devam etmesi Yunan işgal birliklerinin Afyon- Uşak bölgelerinden daha içerilere kadar ilerleyerek Sakarya’ya yaklaşmalarını önlemek ve batı cephesini kuvvetlendirmek ile Bolşevik Rusların Gürcistan ve Ermenistan tehdit etmeleri bu cephede bir an önce misakı milli hudutlarına ulaşılmasını zorunlu kılıyordu.

28 Eylül’de taarruza geçen Türk ordusu 28/29 Eylül günü Sarıkamış’ı kurtararak Kars’a doğru ilerlemeye başlamıştı aynı zamanda cephenin sağ kanadında; Iğdır Bölgesi’nde Iğdır bahçelerinde bulunan Ermeniler sıkı temas ve ateş muharebesi. Iğdır Güneyinde bulunan Hoşhaber ve Kamışlı İstikametlerinde ise keşif faaliyetleri yapılmaktaydı.

Kağızman bölgesinde 1. mürettep tugay Kağızman girmişti. Burası 29 Eylül’de Kağızmanlı Ali Bey’in (Kağızman Milletvekili Ali ATAMAN) idare ettiği milis (Milli Şura Kuvvetleri) tarafından tutulmuştu. Kağızman’da tekrar Milli Şura Hükümeti kurulmuştur. Kağızman’daki 150 kadar süvari ve 60 piyadeden ibaret olan Ermeni kuvveti Kulp (Tuzluca) istikametine çekilmiştir.

Doğu cephesi komutanlığı, Kars taarruzuna başlamadan daha önce bu taarruzun daha uygun bir durumda yapılabilmesi için, cephenin sağ kanadının Aras Nehri’ne kadar olan bölgeye hakim olması lüzumunu düşünerek, 18 Ekim 19202de sarıkamıştan, Doğubayazıt’ta bulunan sağ kanat grubu komutanlığına; “Kars’ın kurtarılması için hareketin kararlaştırıldığı, bu sebeple; Şahtahtı ve Iğdır taarruzlarının mümkün olduğu kadar çabuklaştırılmasını ve bunun için bütün sağ kanat grubu cephesinde faaliyet göstermesi lüzumunu” belirtti ve “Iğdır’ın işgaliyle Aras’a kadar olan bölgeye hakim olunduktan sonra, tasarruf olunabilecek aşiret kuvvetlerini Alaca- Başgedikler istikametine sevk ederek Ermenilerin yan ve gerilerini tehdit etmelerinin çok faydalı olacağı ve Şahtahtı ile Iğdır’ın işgalinden sonra Erivan’ı tehdit edecek bir durum alınmasını” istedi.

İki zayıf piyade taburu ve geri kalanı aşiretlerden ibaret bir kuvvetle yapılan bir taarruz, geceleyin irtibatsızlık yüzünden istenen sonucu sağlayamadı.
24 Ekim 1920’de Iğdır istikametinde yapılan yeni bir taarruzda; Erhacı-Halfeli-Hoşhaber hattı işgal edildi.

Diğer ayrı bir kuvvet de (34. Alayın 1.Taburu) Alican köyü dolaylarında yaptığı çarpışmada Ermenilere 100 kadar zayiat verdirmiş ve 30 esirle iki top ele geçirmişti.
Tabur, bu taarruzu, Iğdır’da bulunan Ermeni kuvvetlerinin çekilme istikametini Markara Köprüsünde tıkmak maksadıyla yapmıştı. Fakat Ermenilerin direnmeleri sonucunda maksadına ulaşamayarak, Yukarı Alican Köyü’nün beş kilometre doğusunda savunmaya geçmek zorunda kaldı. Ermenilerin Iğdır etrafında kuvvetli direnmeleri yüzünden burası elde edilemedi.

30 Ekim 1920’de Kars’ın Ermeni işgalinden kurtarılmasının ardından Türk kuvvetleri doğuya doğru hareket ederek Gümrü'ye yaklaşmışlardı. 6 Kasım günü Ermeniler doğu cephesi komutanlığına barış müterakesi için mektup gönderdi. Daha sonra Türklerin müterake ve barış için öne sürdüğü şartlar Ermeni tarafından kabul edilmeyince hareketin devam etmesi kararlaştırıldı (9 Kasım 1920). Hareket için çeşitli plan ve hazırlıklarda başlanıldı. Sağ kanat Grubunun (Iğdır Bölgesi) büyük bir kısmının Kulp (Tuzluca) üzerinden Erivan istikametine taarruza geçirilmesi ve şahtahtı müfrezesinin de şahtahtı köprüsüne yeter kuvvetle tutarak, harekâtına demir yolu boyunca ilerletmesi istenilmiş.

Bunu niçin Iğdır’ın güney ve doğu cephesinden, Yarbay Reşat komutasında örtme ve gözetleme görevini yapabilecek kadar kuvvet bırakarak 11. Kafkas tümeni büyük kısmının ve tümen karargâhının şimdiden kulp bölgesine saldırması lazımdır. Bu takdirde geri ile irtibat Kulp-Kağızman-Kars-Eleşkirt-Karakilise üzerinden sağlanacaktı.

Doğu cephesinde tekrar başlayan taarruz üzerine ermeni kuvvetleri hem Kars’ın doğusunda hem de Iğdır ve Şahtahtı bölgelerinde yenilgilere uğrayarak geri çekilmeye başladı.
Kazım Karabekir bu konuda şunları yazmaktadır. ; “11 Kasımda karargâhımı Gümrü’ye naklettim. Gümrü’nün doğu sırtlarında mevzi alan Ermenilere karşı taarruz hazırlığına başladım. Bu arada Arpaçay’ın doğusunda bazı mevzileri de işkâl ettirdim. Ermeniler’de 12 Kasım’da Iğdır’ı boşaltarak Aras’ın kuzeyine çekildiler. 14 Kasım sabahleyin Ermeni mevzilerine karşı taarruz başlattım. Birkaç saat’te Ermenileri iyice hırpaladık. 7 şehit ve 50 yaralı verdik. Ermeniler 582 ölü bırakarak doğuya doğru çekildiler. Sağ yanımızda bulunan Ermeni kıtalarına 17 Kasımda taarruz ederek onları mağlup edip, güneye doğru püskürttüler. Ermenilerin Şahtahtı müfrezemize saldırısı anında geri püskürtüldü. Üçü subay olmak üzere, 210 esir alındı. Böylece alınan esirlerin sayısı iki bini buldu.

Bu son darbeden sonra, Ermeniler mütareke şartlarımızı kabul etmek zorunda kaldılar. 17 Kasım, saat 3’de karargâhıma gelen bir Ermeni Yüzbaşı, Ermeni Başkumandanı ve Hariciye Nazırı’nın mütareke şartlarımızı kabul ettiklerini belirten mektubunu getirdi. 18 Kasımda Ermeni Dâhiliye Nazırı, bir Yüzbaşı ile karargâhıma geldi. Bolşevik ihtilalinden yeni kurtulduklarından, sulh muahedesi başlar başlamaz istediğimiz silahları vereceklerini ve hafif makineli tüfekleri az olduğundan tedricen vermelerine müsaade rica etti. Kabul ettim”.

15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşa, bu konuda devamla şunları söylemektedir;” Mütareke şartları olarak, Ankara’nın istediği biner mermisi ile 2000 tüfek, 3 batarya seri ateşli koşulu dağ topu, yine koşulu 40 makineli tüfengi, Ermenilerden alarak, doğu cephesinin ilk zafer hediyesi olarak, batı cephemize doğru yola çıkardım.

25 Kasımda Gümrüde, başkanlığım altında Ermeni Hatisyan heyeti ile müzakere başlattık. Bu toplantı ile, Mondoros Ateşkes Anlaşması’nın yırtıldığını kabul ettik. 3 Aralık’da Gümrü Anlaşması ‘nı imzaladık. 5 Aralık’da nezrimizdeki Rus murahhası, sonradan sefir olan Medivani, Hariciye komiserinden bir telgraf aldığını bildirdi. Bu telgrafta anlaşmanın Ermenilerle değil de Bolşeviklerle yapılmasının uygun olacağını bildiriyorlarmış. Ben de şu cevabı verdim; Ahitnameyi hükümetimiz aldı. Yusuf Kemal Bey, Ankara ya döndü. Sorarım. Taşnaklarla anlaşma imzaladık. Bu arada Ermeniler Bolşevikliği kabul ettiler”.
Özellikle Şahtahtı bölgesinde yenilgisi sonucu, gerilerinin tehlikeye girdiğini gören Ermeni kuvvetleri, 13 Kasım 1920’de Iğdır’ın kuzeydoğusundaki Markara Köprüsü’nü yakarak Aras kuzeyine çekilmişler ve bunu gören Türk birlikleri takibe geçerek Iğdır’a girmişler ve Aras nehri kıyılarına kadar ilerleyerek, o gün akşama kadar Ermeni kuvvetleriyle topçu ve piyade ateş muharebesi yapmışlardı.

Doğu cephesinde ilerleme 14 Kasıma kadar devam etti. Bunun üzerine 17 Kasım 1920 tarihinde Ermeniler daha önceki mütareke şartlarını kabul ettiklerini bildirdiler. Ve silahlarını teslim etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine doğu cephesi komutanlığı birliklerinin yerlerini ve konumlarını tekrar gözden geçirdi ve sağ kanat grubunun grup karargâhını ve seyyar hastane ve bir bölüğünü Iğdır’da konuşlandırdı. Ayrıca Iğdır’ın köylerinde de hem yerli kuvvetleri hem de askeri birlikleri yeniden konuşlandırma ihtiyacı duyuldu. Buna göre Küllük, Yaycı, Melekli, Tacirli, Kacer doğanşanlı, Karakoyunlu, Alican, Mürşitali, Alikamerli, Pulur, Kazancı-Ağaver, Adetli gibi köylerde de kuvvetler bulundurdu.

Ermeni kuvvetlerinin mütareke ve silah bırakma isteği kabul edilerek 26 Kasım 1920 de Gümrü’de barış görüşmelerine başlanıldı ve 2/3 Aralık 1920’de Gümrü antlaşma imza edildi. Bu antlaşma ile tespit edilen hudut hattı; sonradan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile de tescil edilerek şimdiki Türkiye Cumhuriyeti ile kuzeydoğu komşuları Gürcistan, Ermenistan ve Nahcivan hudut hattıdır. Bu hududa göre Misak-ı Milli’nin Türk topraklarına kavuşmasını lüzumlu gördüğü Kars Sancağı, artık anavatana kavuştuğu gibi; Rus-İran Harbi (1828) ile İran'dan Rusya’ya geçen ve iki yıldan beri (1919–1920) Ermeni İşgali altında Kalan Iğdır, Tuzluca (Kulp), ilçeler de, Kars İlinin iki ilçesi olarak Türk ülkesine katılmıştı.

Topraklarımız Ermeni çetelerinden temizlendikten sonra bugünkü Iğdır ilini ziyaret eden Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Doğu Cephesi Komutanı Kazım KARABEKİR anılarını yazdığı İstikbal Harbimiz adlı eserinde Iğdır’ı ziyaretini şöyle anlatmaktadır. “14 Mayıs’ta Kağızman’ dan otomobil ile Iğdır’a geldik. Yol Aras nehrini takip ediyor şose, fakat bazı yerleri bozulmuş, buraların tamirine emir verdim. Kulpta bir saat mola verdik buradaki dağ tamamen tuz. Şayan-ı hayret bir varlık duyunu umumiye yerinde okkasına 3 kuruş fiyat koymuş. Kulp da birkaç bazit bina var. Buradan sonra Aras vadisi ovalıktır. Iğdır büyük ve oldukça mamur bir kasabacık. Bağlık bahçelik, büyük bir düzlük ortasında, hayli zaman yağmur yağmadığından ekmek fiyatlanmış, halk ıstırab içinde bana geldiler. “Paşa yağmursuzluktan kırılıyoruz, seni çok işitiyoruz, dindarsın, iyisin bize medet et”. Dediler. Düşüncelerinize teşekkür ederim fakat ben sizin için dua ederim, sizde kalbinizi Allaha bağlayın ve yalvarın, inşallah hayırlı bir yağmur gelir dedim”. “Bugün de yağmur yağmazsa mahvolduk kıtlık muhakkaktır. Zaten şimdiden fakir fukara ekmeksiz kaldı” dediler. “Ümidinizi kesmeyiniz, inşallah sıkıntıdan kurtulursunuz”. Halk dağılmıyor, benim kendi huzurlarında dua etmekliğimi rica ettiler. Vakti ile böyle bir vaziyete dahi Diyarbekir bölgesinde Lice civarında maruz kalmıştım. Ve müthiş güzel bir tesadüfün lütfu ile bu kolordu kumandanlığına geldiğim gün yağmur duasından sonra gelmiş ve kürtler üzerinde son derece mühim tesirler bırakmıştım. Buradaki vaziyet pek acı idi. Halk da öz Türk ve kalabalıktı. Pek dindar olan bu insanlar kıvranıyor ve iyi tanıdıkları kumandanlarından şefaat umuyorlardı. Hayatımda müthiş tehlikelerden ve sıkıntılardan samimiyet-i ruhumla mümkün olanı yaparak ve sonunda faniye değil bekaya rabt-kalb ederek sıyrılmıştım. Iğdır halkını kurtaracak elimde hiçbir vasıta yoktu, onlarda benden dua istiyorlardı. Vakti ile yağmur duasını öğrenmiştim. Ekseriya duadan sonra yağmur yağdığını da işitirdim. Birkaç örneğini de görmüştüm. Bu hususta ki kanaatim şudur ki ıstırab sonuna geldikten sonra yani sıkıntı son dereceyi bulunca esasen bulutlar da çok defa yağmura dönüşüyordu. Dua da son sıkıntıda yapılıyor ve herkesi memnun ve müsterih kılıyordu. Şimdi de vaziyet bu idi. Halk tahammülün sonuna gelmişlerdi, esasen bu çevrenin en sıcak bölgesi olan Iğdır bölgesi şimdiden 21 idi. Yağmursuzluktan mahsulü kavurmuştu. Halkın samimi ısrarı üzerine “kalbimi tamamı ile Cenab-ı Allaha bağladım ve yalvarıyorum, siz de bir kere amin deyiniz ve gidiniz umarım ki Allah yardımcınız olacaktır dedim”. Ve halkı selamlayarak ikametgahıma çekildim. Halk da dağıldı. Biraz istirahat ten sonra akşama doğru çarşıya yaya çıktım. Tam çarşı ortasına geldiğim zaman bir yağmur başladı, her taraftan haykırışmalar, dualar yağmur şıkırtısına tatlı bir name katıyordu. Bu olay bana Kars’ın zaptı anından fazla tesir yaptı. Kars’a ateş ve kan arasında girmiştim. Burada rahmet ve şükran arasında dolaşıyorum. Hayatımın en mutlu zamanlarından birini yaşadım. Ekmek müthiş ucuzladı. Fakir fukara dükkânlara koşarak ekmek alıyor. Kıtlıktan kurtulan halkın sevinci Ermeni satırından kurtulanlardan daha fazla oldu. Yağmur gereği kadar yağdı.

“Bu şerefe, iliklerime ıslanıncaya kadar gezdim. Halktan aldığım dua belki de yeddi ceddime kafi gelecektir. Gerçi akşam müthiş bir boğaz ağrısından saatlerce rahatsızlandım. Fakat bu yarınki Beyazıt seyahatime mani olmadı. Iğdırlılar 14 Mayıs gününü Iğdır’ın kurtuluş bayramı addetiler, her sene beni anarak bu günü kutlayacaklarını söylediler. Bu tesadüfün lütfünü inançlı insanlar gibi Cenab-ı Hakkın azametine bir misal olmak üzere tanıdım ve tanıttım. Yağmur 15 Mayısta da devam etmiş ve halk şenlikler yapmış, ben Beyazıt’a yola çıktım 15 Mayıs’ta otomobillerle Iğdır dan Beyazit’a 7 saatte geldik.
17 Mayıs’ta aynı yoldan Iğdır’a döndüm bu sefer 5,5 saatte geldik. Karabulaktan sonraki taşlık yokuşu gelirken yaya inmiştik, bu sefer atla çıktık 4 kilometre kadar otomobiller hafif çıktı.

“18 Mayısta Iğdır’dayım öğleden sonra hükümet, belediye, kışla ve hastaneyi dolaştım. Kasabada kaç ev ve kaç kişi var ne kaymakam nede belediye reisi bilmiyorlar. Kaymakam bey 100-150 ev dedi. Arada 50 fark var, %50 mühim bir şey ifade eder, birer birer saysanız nihayet bir saatlik bir gezme ile hakikati öğrenebilirsiniz dedim. Kaymakam bey Mülkiye-i Şahane’den (Siyasal Bilgiler Okul) mezun fakat pek sessiz ve tecrübesiz, odası örümcekler içerisinde, kendisine biraz nasihat ettim. Askerlik şube başkanı kasabanın 305 ve belediye reisi de 400 ev olduğunu söylediler. Kaç mahpus var dedim yine doğrusunu bilen yoktu. Halbuki 7 mahpus vardı. Bu basit suallerin doğru cevabını zaten hiçbir yerde alamadım. Sokaklar ilk geldiğim gün pek pisti. Kaymakam ve belediye reisine ihtar etmiştim, bu sefer temiz buldum. Resmi ve hususi meskenlerin de temiz tutulmasını ve cansız, canlı her varlıkla yakından ilgilenmelerini icap edenlere söyledim.

“19 Mayıs’ta Iğdır dan otomobil ile 1 Saatte Malkara köprüsüne geldim. Şose muntazam, köprü 120 metre uzunlukta 4 çift demir boru ayak üstüne tutturulmuş. 4 kemerli, pek sağlım demir bir köprü. Rusların şose üzerindeki bütün mühim köprüleri hep böyle demir ve sağlam. Bu şose Erivan’a gidiyor bizim tarafta Alican Ermenilerin tarafında da Malkara köyleri gözleri kaplıyor. Alican köyünde halk yok, hudut birliklerimiz var. Kars taarruzumuz zamanında Ermeniler bizim aşiret birlikleri ile takviye ettiğim 11. fırka birliklerine karşı Iğdır’ı iyi savunmuşlardı. Kars’ın düşmesinden sonra bu bölgedeki kuvvetlerini Gümrü bölgesine çektiklerinden Aras’a kadar boşaltmışlar ve Malkara köprüsünün ahşap döşemelerini yapmışlardı.

“Iğdır’a dönüşümde alayı teftiş ettim. İyi buldum. Konferans salonları da güzel. Subay ve erlerimiz pişkin maddi manevi kuvvetlidirler. Akşam belediyeye davete gittim. Halk da toplanmıştı. İleri gelenlerden ziyafete davetliler de vardı. Yağmurlar dolayısı ile yeni mahsul kurtulmuştu. Ekmek 12 kuruştan 8 e inmiş. Memnunluklarını tekrar tekrar söylediler.

Mevcut bilgiler doğrultusunda yörenin tarihî seyrine bakıldığında, stratejik öneminden dolayı sık sık el değiştirdiği görülmektedir. Ancak söz konusu kronoloji dikkatle incelendiğinde, yörede daha çok Türk ve Türk soylu boyların hüküm sürdükleri görülecektir. Bu çalışmadaki temel amaçların başında da, kadim bir Türk yurdu olan bu eşsiz yörenin, ebediyen Türk yurdu kalması içindir.