Çarşamba Gelenekleri
En eski Türk inanç sisteminin bakiyesi olarak “Nes”, yani uğursuzdur.Bu inanıştan çeşitli çarşamba adetleri doğmuştur; Gara Çarşanba, Kül Çarşanba, Gül Çarşanba, Gözel Çarşanba, Su Çerçenbesi, Yel Çerçenbesi, Evvel Çerçenbesi, Ahir Çerçenbe gibi. Bunlardan bu yörelerde ahir çarşanbaya önem verilir. Ahir çarşanba;
21 Marttan önceki Salıyı, Çarşambaya bağlayan geceye Ahir Çarşamba; yılın ahir tek günü denir. Bu gece evlerde ve mahallelerde öbek öbek ateş yakılır. Kızların bu gece bahtlarının açılacağına inanılır:
Gızlar diyer atıl matıl çarşanba
Ayna tekin bahtım açıl çarşanba
gibi deyişleri tekrarlayarak eğlenirler.
Yeddi Levin
Yedi çeşit demektir. Bayramın en önemli etkinliklerindendir. Bu gece her evde meyve ve yemiş harmanlaması yapılır: kuru üzüm, kuru incir, fındık, fıstık, ceviz, lokum, ama boyanmış yumurta mutlaka bu çeşitlerin içinde bulunur. Çeşit listesinin uzunluğu veya kısalığı, hiç şüphesiz ailenin ekonomik gücü ile orantılıdır. Bu meyve ve yemiş harmanlaması, evin büyüğü tarafınfdan hakça pay edilir. Bu pay etmede yaşa, oğlana, kıza hatta doğmamış fakat doğmak üzere olanlara, uzaktaki akrabalara bile dikkat edilir. Ev halkı bunları tatlı tatlı yiyip, tatlı tatlı konuşurlar. Çünkü, bu gece evler de dinlenilmektedir. Bu da bir gelenektir.
Kulak Asmak / Gapı Pusmak / Niyet Tutmak
Bu gece “Yeddi Levin” in yenildiği gecedir. Evlere gelinerek gizlice içeride ne konuşulduğu dinlenir. Özellikle evlenecek yaştaki erkek veya kızlar, önceden niyet tutarak, akraba veya komşuların kapı veya pencerelerinin arkasında dinlemeye koyulurlar. Olumlu konuşmalar duyarlarsa niyetlerinin tutacağına inanırlar.Bu herkes tarafından bilindiği için bazen sürprizle de karşılaşabilirler.
Su Başı Adetleri
Akarsu başına gidilir, akarsu soğuk ta olsa yıkanılır, bu sudan eve de getirilir.Suya iğne, yüzük, yaprak, gül vb. şeyler atılarak bunlarla ilgili çeşitli oyunlar oynanır. Her oyun bir niyetle başlar ve sonuca göre de yorumlanır. Ayrıca bu oyunlarla beraber çeşitli maniler, türküler de okunur.
Ağaçta alma
Deri yere salma
Gel canım al
Yarımı alma
veya;
Gızılgül olam
Goncaya dolam
Sennen ayrılsam
Sararıp sollam
Bacadan Şal Atmak
Eski köy evlerinin, tam tepesinde bir havalnadırma penceresi vardır. Buna aynı zamanda “baca” da denir. Ahir çarşanbadan sonra bazı delikanlılar gizlice evin damına çıkar, kendi şallarını “bayramlığımı istiyorum” anlamında bu bacadan evin içine sarkıtırlardı. Ev sahibi de bayram hediyesini şalın ucuna bağlar. Şair Şehriyar bu adeti şöyle dillendirmiştir;
Şal istedim men de evde ağladım
Bir şal alıp tez belime bağladım
Gulam gile gaçtım şalı salladım
Ay ne gözel gaydaydı şal sallamah
Bey şalına bayramlığın bağlamak
Baca Baca
Bu akşam her evin önünde, her mahallede, köylerde köyün ortasına ateş yakılır ve üzerinden atlanır. Ateş üzerinden atlanırken:
“Ağırlığım, uğurluğum bu odun üstüne” tekerlemesi söylenir. Veya;
Ağrım uğrum tökülsün
Oda tüşüp kül olsun
Yansın alov saçılsın
Menim bahtım açılsın
İl Tefili
Yılın tahvili, değişmesi anlamındadır. Eski yıla ait gecenin bitip te yeni yıla ait gecenin başladığı gün, saat, dakikadır. Bütün niyetlerin ve duaların bu anda ( il tefilinde) olduğuna inanılır. Bu değişim saatinde ailenin bütün fertleri “honça” adı verilen yeddi levin sofrasının başına toplanarak daha iyi bir seneye girilmesi için dua edip Allah’a yalvarırlar. Bu geleneğe günümüzde ancak bir kaç evde rastlanılmaktadır.
Kösa-Gelin
Nevruzda oynanan bir orta oyunudur. Aynı zamanda Nevruzun habercisidir. Mahalli takvimde de yerini almıştır. Özellikle de küçük çocuklar bu maskeli oyundan çok korkarlar.
Kösa; bey rolünde bir köy delikanlısıdır. Kıyafetler özeldir. Ekibin boynuna zil veya çıngıraklar takılır. Kösaya kambur yapılır. Bu oyunda bir da gelin rolünü üstlenen delikanlı vardır. Gelin gibi giydirilir. Başına kırmızı bir duvak, alnına küçük bir ayna takılır. Ayrıca ekibe, yaş ve başlarına uygun özel kıyafetler ile katılanlar olur. Çeşitli maniler eşliğinde oynanır.
Ay kos kosa gelsene
Gelip selam versene
Çömçemi doldursana
Kosanı yola salsana
Nevruz nevruz bahara
Güller güller nubara
Hanım dursun ayağa
Kosaya pay versin ağa
Kosa oyununun sonunda, kışı soğuğu, karı, çileyi ve sıkıntıları temsil eden kösa ölür. Baharı, hayatı, sevinci, hürriyeti temsil eden kız hayatta kalır.
Oyun bittikten sonra hangi evin önünde sergilenmişse o ev tarafından ödüllendirilir. Para, yağ, un, şeker verilir. Oyun bazen de tulum ve zurna ile de icra edilir.
Iğdır’da Nevruz sofraları çok zengin olur. Bir nevruz sofrasına rastlayan mahalli aşığımız Karahanlı Murat YILDIZ, olayı şöyle destanlaştırarak, gördüklerini tam onbir kıtada ifade etmiştir.
Yetmişiki türlü yemek var idi
Bilinmez ahvali, bu ne sır idi
Cem oldu, ol ile pilav yürüdü
Yanımca haşabı düştü dediler
Ballı börek tavuk eti salata
Kuzu pirzolası taze yumurta
Ağır hasta yese, gelir hayata
Arayıp bulması işte dediler.
Yukarıda kısaca sıraladığımız etkinliklerden de anlaşıldığı üzere, Nevruz, Iğdır’da da insanımızın karşılıklı olarak sevgi ve saygısını, yardımlaşma duygusunu pekiştirmektedir. Dargınlıkların unutularak, kardeşçe yaşamayı telkin etmekte, milli birlik ve beraberlik içerisinde yaşama arzusunu kuvvetlendirmektedir. Nevruzla birlikte bölge, zirai faaliyetlere başlayarak, önündeki yılın hazırlıklarına girişir.
Hıdır-Ellez (Hıdır-İlyas)
Küçük çilenin bitimine doğru evlerde bir hazırlıktır başlar. Herkes, “Gavıt” yapmak için can atar. Çocuklar, büyükler bu gavıt denen macunu lezzetle yerler. Gavıt, bir tepsi içine konularak yanına bir tas su, bir tarak, bir ayna, bir şişe kolonya ve bu tepsinin üstüne de kırmızı bir örtü örterek, sessiz ve sedasız bir yere koyarlar. Böyle, sessiz ve sedasız bir yere konmasının sebebi, “Hızır” peygamberin gelme ihtimali içindir. İnanışa göre, Hızır peygamber gelip, o kırmızı örtüyü açarak gavıt yedikten sonra, su içecek ve aynaya bakarak ta saçını tarayıp, atıyla çıkıp gidecektir. Atının ayak izlerine rastlanabilinirmiş. İşte o zaman bu izler, Hızır Peygamber’in geldiğine delâletmiş. Ayrıca, gavıtda el izi varsa, bu olayı bütünüyle doğruluyor.
Bununla ilgili şöyle bir inanış daha vardır. Hıdır ve Ellez adında iki kardeş Allah’ın çok sevdiği kullardan imiş. Bunlar, Allah’tan darda kalanların yardımına yetişmeleri için izin istemişler ve istenilen bu izin de verilmiştir. Onların bu iki adını halk, bir ad şeklinde telaffuz ederek, Hıdır-Ellez demişlerdir. Bundan maksat aynı zamanda da Hızır Peygamberdir. Bunların her ikisi de, (Gerek iki kardeş, gerek Hızır Peygamber olsun) her tehlikeli anda olan iyi insanların yardımına koşup, onu, düştüğü tehlikeden kurtarırmış.
Hızır’ı tanımak için de eline bakmak lâzımmış. Eğer böyle bir sıkışık anda seni kurtaran adam, ortadan kaybolmadan elinde bir kemik görürsen, bil ki Hızır’dır. Bu anda farkında olup, yalnız bir dilek dilersen Allah katında kabul olunurmuş. Birden çok dilek kabul olunmazmış.
Hızır, şubat ayının soğuk ve fırtınalı günlerinde atına binerek, dolaşıp, her sıkıntıya düşenin yardımına koşarmış. Hızır’ı daima atı ile birlikte anarlar. Hızır’ın attan inmesi şubat ayının yirmisine en yakın olan cuma gününe denk gelirmiş. İşte o cuma gecesi ve gündüzüne ait bazı inanışlar vardır.
Bu gün oruç tutan genç, gece rüyasında onunla konuşan kızı alırmış. Genç kızlar o günkü cuma gecesi tuzlu ekmek yiyerek çok susamış vaziyette uyurlar. Rüyalarında kendilerine hangi erkek su verdiyse onunla evleneceklerine inanırlar. Daha başka bir inanışa göre, evlilik çağındaki gençler, bu tuzlu ekmekten (koka) yüksekçe bir yere koyarlar. O ekmeği, gelip götüren kuşun gittiği istikametten gelen birisi ile evleneceklerine inanırlar. Hızır, aynı zamanda yazın geleceğine de işarettir. Halk, şöyle söyler:
Hıdır-nebi, Hıdır-ellez
Çiçeklendi geldi yaz.